YAKILACAK KİTAP
Anlatılan hikayede hiç bir kişi ve kurum hedef alınmamıştır. Bu sadece benim hikayem. İnsanın kendisini anlatması ne kadar zormuş. Başlangıçta kolay olacağını zannettim yanılmışım. Bazı konuları geçiştirdim istediğim gibi anlatamadım. Başkalarını kırmaktan sakındım. Kendim ilgili konuları açıklıkla anlatmaya çalıştım. Her insanın biraz gizli yanları mutlaka kalacaktır. Aşağıda adı geçen kişilere karşı kasıt ve suçlama maksadı ile yaklaşılmadı. Ben olayları böyle gördüm. Ayrıca adı geçen kişiler kendilerini şanslı hissetmeli. Tarihe kayıt düşüyorum onlar benim hikayede var olan kişiler. Unuttuklarım varsa elbette vardır. Onlardan ve hikayede adı geçen kişilerden helallik diliyorum. Ben hakkımı helal ediyorum. Her ne kadar sürç-i lisan eylediysek affola!
*Tolstoy anılarında şöyle diyor: Yaşam öykümü yazarken en küçük bi şeyi şu ya da bu nedenle yazmasam. Bu bir biyografi öz yaşam öyküsü olmaz. Yanlış yapmış olurum. Değilmi ki yazmaya karar verdim. Yazdıklarım bütün ayrıntılarıyla gerçek olmalıdır. Ancak böyle bir biyografi beni nedenli tedirgin etse ve en yakınlarımı bile benden ayırsa da benim yaşamımı tam olarak anlamıyla yansıtabilir ve tarih olur. Çünkü yazar salt tarihsel olayları değil çevresindeki kişilerinde aynasıdır*
-alıntıdır-
YAZARDAN OKURA
Okuyucu kim olursan ol ve nerede olursan ol durumun ne olursa olsun zengin ya da fakir ol fark etmez? Eğer Allah’ım size okuma yazma kabiliyeti verdiyse ve eğer kitabım elinize geçerse lütfen okuyun. Bu kitapta Türkiye Cumhuriyetinin Devletinin eşsiz güzellikteki İstanbul’unda yaşayan bir adamdan bahsetmektedir. Bu adam yaşamı boyunca çeşitli insanlarla karşılaşmıştır. Bu adamı kötülükleri ve başarısızlıklarını göstermek için seçtim? Yeteneklerini göstermek için değil? Onun etrafında ki karakterlerin eksiklikleri ve zayıflıklarını göstermek için seçilmemişlerdir. Kitap’ın anlattıkları çevrenizde nadir yaşanan olaylardır. Ben imkansızı başarmaya çalıştım. İnsan hayatı o kadar kısa ki yüzyıl yaşasanız bile olan şeyleri tam olarak anlayamazsınız. Ayrıca yazmakta ki deneyimsiz olmam birçok hatalar yapmama neden olmuştur. Bu yüzden sevgili okurlar beni affedin. Bu dünyada yaşayan her insan diğer insanlarda dolayısı ile insanlık tarihinde iz bırakır. Her ne kadar gözden kaçsa bile ayrıntıyı anlaya bilmek için kitabı dikkatle okumalısınız yoksa söyleyecek bir şeyiniz olmaz. Kitapta anlatılan karakterlerle tanıdık aşina olmuş olabilir siniz? Kitabın her sayfasını dikkatli bir şekilde okuyunuz. Hayat tecrübesi olan bu yorumları içselleştirir seniz tat alırsınız. Kitabın tarzı ve yazım güzelliğini dikkate almanıza gerek yoktur. Çünkü bu kitabın güzelliği onun gerçekliğindedir. Kitapta bahsedilen karakter ile karşılaştığını iddia edebilecek olanların dikkatle inceleyip bu karakterleri davranış biçimleri alışkanlıklarını geleneklerini ve eğilimlerini tüm detaylarla anlatılmaya çalışılmıştır.
*Her şey eksik her şey yarımdır* Bu Hayatta.
BAŞLANGIÇ
Kara kışın hüküm sürdüğü bir İstanbul gecesi? O sıralar Küçük köyde Ayakkabı fabrikasın da çalışıyorum? Mesai bitmiş iş çıkışı kar yağıyor Metrise geldim.
*O zamanlar Metris-Atış alanı arasında korsan diye anılan taksiler çalışırdı*
Şans eseri arabada yer buldum hareket ettik yolda buzlama var kısa mesafe bir saat sürdü. Atış alanı ile Menderes mahallesindeki evin arası on dakika kadar buzda düşe düşe eve geldim soba gürül gürül yanıyor.
*O zamanlar ağaçlıdan gelen büyük kütleler halinde ki kömürü balta ile kırar sobaya uygun şekille getirip yakardık*
Dışarısı kar boran dondurucu bir hava? Akşam yemeğimi yedim sıcak çayımı içiyorum. Derinden gelen ses yavaş yavaş yaklaşıyor. Boza kaymak boza kaymak Vefanın bozası. Allah’ım yardım et bu sesi duymak istemiyorum. Boza kaymak boza kaymak Vefanın bozası. Allah’ım yardım et ne yapsam bu sesi duymasam. Bu ses bana müthiş acı veriyor, beni perişan ediyor. Allah’ım yardım et ne yapsam da sesi duymasam. Bu karda kışta benim diyen kişi dışarı çıkmayı göze alamaz? Benim zavallı babacığım dışarıdaki bozacı gibi? Kar kış dememiş yıllarca soğuklarda boza satmış? Boza kaymak boza kaymak diye sokaklarda bağırmış. Babacığım neler çekmiş beş çocuğu vardı? Boza kaymak boza kaymak Vefanın bozası. Allah’ım Yarabbi yardım et bu sesi duymak istemiyorum. Bu ses bana babamın çektiğim sıkıntıyı hatırlatıyor? İçimde fırtınalar kopartıyor ağlıyorum ağlıyorum ağlıyorum. Allah’ım yardım et bu ses bana acı veriyor. Ne yapsam da bu sesi duymasam? Boza kaymak boza kaymak Vefanın bozası.
MANASTIR’DAN TÜRKİYE’YE GÖÇ
Babam Manastır’dan Türkiye’ye göç edince yeniden güncellenen nüfus kayıtların göre 01- 07-1909 Manastırın Obenik köyünde doğmuş. 12-Mart-1980’de vefat etti. Dedem Hafız İsmail? Babaannemin adı Zeniş imiş? Babamın üç abisi var Vefki, Kemal, Sabri. Vefki amcam Türkiye’ye göçmen olarak gelince Koç yiğit soyadını almış. Kemal amcam Kurunan soyadını almış. Sabri amcam Manastır’da kalmış onun soyadı İsmail oğlu. En küçükleri olan babam? Babam anlatmazdı annemin anlattığına göre babamın kazandığını memlekette ağabeyleri elinden alırmış.
BABAM
Babam annemi kaçırarak evlenmiş ve gâvur toprağında barınamayıp 1930 ya da 1935’lerde Türkiye’ye göç etmiş? İki genç insan yabancı bir ülkeye gitmeye nasıl cesaret etmişler?
*O zamanlar soyadı kanunu yeni çıkmış İsmail oğlu Rüştü diye anılan babam nüfus memurunun nereden aklına gelmiş ise Özomay diye kayıt etmiş Rüştü Özomay*
İstanbul’a geldiklerinde Arnavutların yoğun olarak yaşadığı Silivri kapının Veledi Karabaş Mahallesin de tanıdıkların yardımı ile kiralık bir odaya yerleşmişler.
Silivri kapı
Neler çektiler kim bilebilir ki? Babam önceleri Arnavutlara özgü meslek olan bahçıvanlık yapmış? Babam o yıllarda Kırklareli İğne adaya mangal kömürü yapmaya gidermiş? Ormandan ağaç kesip küme yapıp üstünü kil toprakla örtüp için için yanarak elde edilen mangal kömürü? Yokluk yıllarında nasıl ulaşırmış hangi araçlar ile gidiyor muş İğne adaya? Hala çözemediğim sorular? Kemal Tahir’in Göl İnsanları romanını okurken gözlerim dolar. Sanki romandaki deniz sahilinden eşeklerle kum çekenleri babamın kömür yapmasını ile özdeştiririm. Çok farklıda olsa dahi bi yerde benzetirim. Romandakilerin yaşadıkları benzer sıkıntıları babamında yaşadığı gözlerimin önüne gelir gözlerim dolar. (Canım Babacığım)
*Göl İnsanlarından Alıntı: Rüzgar yükselmişti, rüzgarda kumsalı dalgalar yaladığı için çalışmak kabil olmuyordu. Hamdi bir gökyüzüne bir de kımıldamaya başlayan ormana baktı. Yaprak hışıltıları arasından kömürcülerin balta sesleri işitilmekteydi*
Babamın deri fabrikasında iş bulmasına Dilaver enişte aracı olmuştur. Babam emir altında çalışmaya alışık olmadığı için deri, kösele fabrikasında çalışmayı uzun sürdürememiş işten ayrılıp serbest çalışmaya başlamış. Babam Bahçıvanlık, Kömür işi, At ile sokakta Ciğer satma, Dondurma, Kışın Salep, Boza, Köfteci, Kağıt helvası, Koz helva, Şam tatlısı, Muhallebi vs. Babam hiç sorgulamaz ekmek parası için hemen yeni işe sarılırdı. Bir defa hatırlıyorum birisi aklını çelmiş Topkapı Maltepe’de iş yerleri bulunduğu yerde köftecilik yapacaklar. Babam o kadar meraklıydı ki köfte arabası, köfte pişirmeye özel mangal, çeşitli tabak, çanak, çatal, bıçak, her şey ful uzun sürmeyen denemeydi köftecilik. Ablamla beraber Fatih’e susam fırınına gidip pişmiş susam alırdık susam ne güzel korkardık. Allah’ım nasıl giderdik oralara ıssız ücra yere? Vatan Caddesi henüz yapılmamış? Susam fırını Fatih Cami ile Vatan Caddesi arasında bir yerde idi Hekim oğlu Ali paşadan çok uzaktı. Bizim aldığımızı susamı, babam susam helvası yapardı ayrıca koz helvası yapardı. Kağıt helvası yapmak için özel kalıpları vardı. Kalıbın ortasına önceden hazırladığı hamuru akıtır ve ocakta pişirir kağıt helvası yapardı.
*Ben kalıbın etrafındaki fazla kalan kağıt helvasını kırıntılarını keser kağıtta koyup mahallede satar kendime harçlık yapardım*
Ablam ile akşamları Silivri kapıya gidip salep alırdık. Babam salebi dondurma yaparken kullanırdı? Silivri kapı evimizden bayağı uzak ve yollarda kimseler yoktu evlerde yoktu? Dokur han adıyla anılan iş hanı o sıra var mıydı hatırla mıyorum? O zamanlar karanlıkta nasıl giderdik salep almaya şimdi hatırladıkça içim ürperiyor. Gece gitmemizin sebebini şimdi şöyle anlamaya çalışıyorum? Babam günlük satıştan eve ancak karanlıkta geliyor ve o gün kazandığı para ile alıyorduk ertesi gün lazım olanı. Babam dondurma yapmaya sabah erkenden başlar saat on civarın da bitirip el arabasına koyup satmaya çıkar beni de yanında götürürdü? Koca Mustafa Paşa, Samatya, Yedi kule sokaklarını dolaşır dondurma satardık. Babam dondurma kaymak diye bağırmamı söyler ben bir türlü bağıramazdım. En sakin yere gelince hadi burada kimse yok bağır derdi gene bağıramazdım. 2008 Yılında bir yıl kadar Yedi kule’de kiracı olarak oturdum? O günlerden çok önceleri babamla beraber dondurma sattığımız o sokakları adım adım dolaştım? Babamla beraber tekrar dondurma sattım göz yaşları içinde? Yaz sıcağın sokaklarda satış yapmak ne zormuş. Bunları hem anlatıyorum hem ağlıyorum? Canım babacığım neler çekmiş. Babam kış günleri salep satardı. Oturduğu muz semtte kurulan Cuma ve Cumartesi pazarında üşüyen pazarcı esnafına sıcak salep satardı. Yanına gidince görürdüm para kazanmak zordu. Yasin abim ile beraber Hekim oğlu Ali paşadan, Şehzade başına gidip Vefa bozacısından güğüm ile boza alırdık ve yayan gider gelirdik. Babam akşamları kar kış yağmur çamur demez boza kaymak boza kaymak Vefanın bozası diye bağırarak boza satmaya çalışırdı. Babam okulun kapısının önünde Dondurma Şam tatlısı, Muhallebi vs. satar okul çocukları babamdan veya benzer başka satıcılardan çeşitli yemişler alırlardı. Babamın seyyar satıcılık işi Hekim oğlu Ali paşadan Esenlere taşınıncaya kadar sürdü Esenlere taşınınca o tür işleri yapmadı dükkan kiralayıp manavlık yapmak istiyordu? Biz iş olmaz deyip caydırdık keşke bu keşke yok mu insanı nasıl üzüyor? Keşke yardımcı olup mani olmasaydık. Esenlerdeki evin dört tarafı bahçeydi babam bahçe işi ile uğraşır çeşitli sebze ve meyve yetiştirir. Şeftali, Dut, Kiraz çeşitli meyveler dalından meyve yerdik. Bir gün postacı gelmiş Hurma ağacına bakıp ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Bunlar Portakal mı diye soruyor. Hurma ağacın dalında o kadar güzel görünürdü. Bule Teyzemin oğlu Muharrem abi geçenlerde babamla ilgili anı anlattı? O kadar hoşuma gitti ki keşke bu anılar çoğalsa.
*Muharrem abi anlatıyor: Türkiye’ye yeni gelmiştik Silivri kapıda amcam vardı. Kardeşimle beraber onun yanına gittik ve amcam bizi kahvede bırakıp gitti. Esmer bir adam geldi yanıma oturdu ve bize çay söyledi şaşırdık korktuk. Bu adamın amacı ne diye? Sonraları anladık ki Rabiye Teyzemin kocası enişte Rüştü imiş. Bizi aldı Ali paşadaki eve götürdü. Ev dar olduğu için gece kalamadık ve gecenin bir saatinde Taşlı tarladaki evimize yaya olarak gittik*
Teşekkürler Muharrem abi.
*Muharrem abiyi 8-6-2014 günü kaybettik.*
Keşke bende bir nebze de olsa babamın önceleri neler yaşadığını bir bilebilsem bilmem için her şeyimi veririm. Babam askerliğini Türkiye’de Hadım köyde yapmış. Askerlik anılarını anlatır bazen bize kaval çalardı. Babam Rüştü Özomay 12-Mart-1980’de vefat etti.
“Bismillahirrahmanirrahim Kul hüval lahü ehad. Allah’üs-samed. Lem yelid. Ve lem yûled. Ve lem yekül lehü. Küfüven ehad. Nur içinde yatsı Allah gani gani rahmet etsin mekânın cennet olsun” (Âmin)
Yukarı da babamı azda olsa anlattım, annem, abim, ablamı benden küçük iki kardeşimi sırası geldikçe anlatacağım.
*Anı türü: İbrahim Olgun yazısından bir bölüm alıntı: Anı yazabilmek, yaşamın bir bölümünü başkalarının yaşamına girmeden toplumsal çevreyi vermeden mümkün olmamıştır. Ama asıl amaç daha çok kişinin kendi kendini yaşadıklarını içtenlikle yansız tarihçiyi asla yanıltmayacak bir tarafsızlık ve dikkat içinde anlatmasıdır. Anı yazarı yaşamını gördüklerini olduğu gibi anlatır. Bu gerçekçi niteliğiyle tarihçiye yakışır ama bir tarihçiden çok bir romancı gibi kişisel bir tutum içinde bulunmamalıdır. Bize kişilerin karakterleri yansıtmalıdır. Tarih ve öz yaşam öyküsü arasında ortak bir nitelik ve değer taşımalıdır. Kişiler anılarını yazmakta çeşitli amaçlar güderler. Kimileri bunu hazırladıkları yapıt üzerinde not tutabilmek için rahat bir yöntem olduğundan ötürü yaparlar. Kimileri de anılarını daha sonra yayımlamak için yazarlar. Ama iyi anı tutan insan her şeyi yazmaya can atan insandır. Okuduğumuz anılara bakarak anı yazmanın nedenlerini aşağıdaki bir kaç madde içinde özetlememiz mümkündür. Unutulmak korkusundan kurtulmak? Kişinin kaybolup gitmesine gönlü razı olamayacağı bir gerçeği ortaya koymak? Yazma alışkanlığı içinde bulunmak? Birlikte yaşadığı kişilerden kimilerine karşı duyduğu hayranlığı belirtmek? Tarih ve kamuoyu karşısında hesaplaşmak? Pişmanlık duygularını anlatarak rahatlamak? Gelecek kuşaklara bi ders vermek? Siyasi hasımlarını kötülemek ya da kendini savunmak? Benim hikayemi yazarken amacım neydi? Başlıca amacım yaşadıklarımı ve çevremdekileri içtenlikle anlatarak gelecek kuşaklara yararlı olmak? Bu da ister istemez onlara ders vermek anlamını taşır? Böylece yapılmış kötülüklerin bir daha yapılmaması için benim hikayemi anlatmak zorundayım? Niçin yazıyorum en başta yararlı olmak için?*
ANNECİĞİM
Annem Rabiye Özomay nüfus kayıtlarına göre 01-07-1918 Manastır, İsnegova doğumlu, Vefatı 19- 06-2002. Babası Raif, Annesi Nefise? Kardeşleri Kıymet, Raşid, Makbule, Bedriye, Nazire, Annem Rabiye, Hanife, Samit. Annem hayatı boyunca türlü zorluklara katlanmış genç yaşta kaçarak evlenmiş ailesinden koparak hiç tanımadığı ülkeye Türkiyeye göç etmesi sorunlarla başa çıkması annemi çok yormuştu. Annem okuma yazma bilmezdi? Annemin sesi çok güzeldi sıklıkla söylediği mendilimin yeşili türküsünü duyunca gözyaşları içinde kalıyorum? Nasıl dinlemiş o türküyü, beynimin bir köşesine yerleşmiş.
MENDİLİMİN YEŞİLİ
Mendilimin yeşili ben kaybettim eşimi.
Al bu mendil sende kalsın sil gözünün yaşını.
Aman doktor canım gülüm doktor derdime bir çare?
Çaresiz dertlere düştüm doktor bana bir çare.
Mendilim benek benek ortası çarkı felek.
Yazı beraber geçirdik kışın ayırdı felek.
*Rahmetli annemin çok sevdiği türküyü dinlerken gözlerim dolar*
Yeni öğrendim Mendilimin Yeşili türküsünü memlekette (Balkanlar) da çobanlar söylerlermiş. Annemin abiden önce üç çocuğu olmuş yaşamamış? Birisinin adını Turhan diye hatırlarım abim doğunca o yüzden adını Yasin (Yaşar) koymuşlar. Annem komşuluk ilişkilerini çok sever eve misafir gelmesi annemi çok mutlu ederdi. Annemin babası Raif Dedem, Teyzelerim ve Dayılarım, Manastır’dan Türkiye ye göç etmesi annemi çok mutlu etmişti yakınlarına kavuşması anneme iyi gelmişti. Göç sırasında İstanbul’da tanıdıkları sadece biz idik ve doğru bizim o küçük evimize gelmişlerdi. Sirkecide, Trenden inip doğru bize gelmeleri. O günlerden benim hatırladıklarım sadece koca kaşar peynirleri getirmiş ve de altın paralar getirmişler. Küçük evimizde kısa süre kalmışlardı. Türkiye’ye gelmelerine Babam aracı olmuş gelmelerine yardım eden aracı olan Babama Teyzelerim Dayılarım minnet ve saygılarını defalar ca söylerlerdi. Raif Dedem Taşlı tarlada oğulları Raşid, Samit Dayımla beraber oturuyor? Teyzelerim birbirlerine yakın yerde oturuyorlardı. Onların gelişine çok sevinen annem onlarla bir arada olmaya çok önem verir fırsat buldukça (Taşlı tarlaya) Gazi Osman Paşaya gider, onlarla ana dilleri Arnavutça konuşurdu.
*Yeri gelmişken konuya açıklık getireyim. İlkokula gidiyorum 1955-1959 yılları. O sıralar Kıbrıs olayları gündemde. O zamanlar İstanbul’da çok sayıda Rum, Ermeni, Yahudi yaşardı. Bunlara Yugoslavya’dan gelen büyük göçler eklenince yollarda Arnavutça, Rumca, Ermenice dilleri çokça konuşuluyordu? Asimilasyon başladı vatandaş Türkçe konuş kampanyası. Öğretmen okulda bizi bu yönde uyarır Türkçe konuşmamızı sağlık verir. Bende eve gelince annem teyzelerim ana dilleri olan Arnavutça konuştuklarını duyunca müthiş tepki verir bağırıp çağırırdım. Ne kadar hata etmişim insanın ana dili gibi var mı? Arnavutçayı bu yüzden öğrenemedim. Yasin abi biraz anlıyor fakat konuşamıyor. Müge ablam az anlıyor. Ben ise yalnız (Buk) ekmek (Uy) sudan başka bir şey öğrenemedim. Okulda Türkçe konuşun yabancı dili konuşma deniliyordu. Birde anlayamadığım Rumca öğretim veren okulları o zaman vardı hala var. Ermenice eğitim veren eğitim veren okulları vardı hala var. Gelecekte Arnavutça bilen kişi çok ama çok azalacak. Türkiye’mizde etnik kimlik dil örf adetleri ananeleri çok güzel Türkiye’nin kültür zenginliği bunlar. Bu kültürlerin kaybolması hiç de iyi şeyler değil*
*Esenlerde yayın yapan 2000 Tv’de Kobra Murat lakaplı Roman sanatçı Bulgaristanlı Roman sanatçıyı konuk almıştı. Siz orada hangi dili konuşuyorsunuz diye sorunca? Romanca (Çingene’ce) cevabını aldı. Kobra Murat çocukken evde Romanca Çingene’ce konuşunca annem bize bağırırdı. Yasak konuşmayın dermiş. Bende o yüzden Romanca Çingenece öğrenemedim diye itirafta bulundu*
BENİM HİKAYEM
Niye yıllarca hayalimde süründün yaşadın.
O kadın ah o kadın o kadın ah o kadın.
Niye kahrın bana düşmüş niye ellerle tadın.
Niye yıllarca hayalimde süründün yaşadın.
O kadın ah o kadın o kadın ah o kadın.
Orhan Rahmi Gökçe
İstanbul Haseki Hastanesinde doğmuşum. Annem bana sen dondurma zamanı doğdun derdi. 194- Tarihli nüfus kağıttım ben doğduktan on ay sonra alındığını sanıyorum.
*O zamanlar dondurma Nisan, Mayıs aylarında yapılmaya başlanırdı. İnsanlar hasta olmasın diye. Şimdilerde her mevsim dondurma var.*
Evimiz Hekim oğlu Ali paşa camisinin tam karşısındaki küçük gecekondu. Silivri kapıda kirada oturan babam, Hekim oğlu Ali paşa Cami karşısına Vakıflara ait arsaya gecekondu yapmış kiradan kurtulmuş. Ben Haseki Hastanesinde doğup bu eve gelmişim? Elektriği suyu olmayan tuvaleti bahçede olan ev? O evde yirmi üç yıl yaşadım? Siz hiç gecenin karanlığın da bahçedeki tuvalete gittiniz mi? Kış günleri fırtınada evin çatısı uçacak diye korkardık? Mangal kömürü yakıp ısınırdık? Mangal sıklıkla devrilir yangın tehlikesi atlatırdık? Kömürden zehirlenirdik? Hatırlarım kömür zehirlenmesi müthiş baş ağrısı yapardı? Annem zehirlendiğimiz de bize limon yedirirdi? Sonraları marangozdan talaş alıp yaktık. Tam yirmi üç yıl elektriği suyu olmayan? Tuvaleti bahçede olan o ev? Evin bahçe kapısı ile camii kapısı arasında Hekim oğlu Ali paşa Caddesi o zamanlar dar ve bakımsız. Yan tarafı Kırımlı Aziz Sokağı Cadde ve Sokak birleştiği köşede bizim ev karşı köşede Kesik baş Türbesi vardı? İnsanlar Türbeye Kandil günleri veya adak için mum yakarlardı.
*Türbenin şöyle bir hikayesi var: Hangi savaşta olduğunu mezar taşının üstünde yazardı şimdi hatırlamıyorum? Savaşırken baş ile vücudu ayrılmış beşyüz metre kadar mesafeden baş buraya kadar gelmişti? Vücudun bulunduğu Türbe biraz ileride idi? Hekim oğlu Ali paşa Caddesi yapılırken Kesik baş Türbesi ve vücudun bulunduğu ilerideki Türbede yıkıldı?*
*İstanbul’un pek çok yerinde benzeri Camiler Türbeler yollar yapılırken yıkıldı. Adnan Menderesin Camilerin Türbelerin yıkılmasına sebep olduğu için başına gelenleri ve asılması bu yüzden olduğu iddia edilir*
Komşumuz Hıfzı Efendinin evinin bulunduğu yer şimdiler de Paşa kafeteryasının yapıldığı yer. Cami arasında ki Caddenin tam ortasın bizim evin bulunduğu yer. Komşumuz Hıfzı Efendi Caddeye kadar bahçeye ayrıca bizim evin hemen arkasındaki büyük bahçeye de konmuştu. Babam, Hıfzı Efendi ile ne kadar mücadele ettiyse de gecekonduyu arkadaki bahçeye yapamamıştı. Orada oturduğumuz müddetçe Hıfzı ve karısı Nakşîye hanımla devamlı hasım olmuşuz ve devamlı çatışmışızdır. Hıfzını yüzünden bizim ev cadde kıyısın da kalmıştı. Evi arka tarafında ki bahçeden sonra Mustafaların evi vardı. Mustafanın abisi Yahya’yı hatırlarım, zavallı verem hastasıydı devamlı yatardı.
ÇOCUKLUK ANILARIMDAN İZLER
Babam bahçe işlerinden anladığı için evin önünde ki bahçeye çeşitli sebze ekmiş bahçenin etrafı duvar ile çevriliydi. Sevimli bir çocukmuşum öyle derlerdi? Evin avlusunda bahçede oynuyorum, köpeğimiz de var? Sokak kapısının dışına çıkıp oynuyorum. Bizim evi karşısın da ki Hekim oğlu Ali paşa Camisinin hemen sol tarafında Hıristonun bostanının giriş kapısıydı.
*Hiristonun bostanının olduğu yere şimdilerde Hekim oğlu Ali paşa parkı yapıldı*
Bostan kapısının hemen yanında ki Osmanları oturduğu iki katlı ev? Sonraki evde diğer komşularımızın evi? Bu evde oturan komşunun iki oğlunu hatırlıyorum? Biri on sekiz, diğeri de yirmi beş yaşında at arabaları var kötü niyetli olduklarını sanmıyorum? Beni gördüklerin de seni at arabası ile kaçırıp denize atacağız deyip korkuturlardı. Herhalde sevgilerini o şekilde gösteriyorlar. Ben çok korkuyorum onları görür görmez eve kaçıyorum. Babam, annem, abim, ablam bu durumu nasıl fark etmiyorlar anlayamıyorum? O kişileri neden uyarmıyor ikaz etmiyorlar? Çocuk korkuyor bu tür şaka yapmayın demiyorlar? Hala aklım almıyor? Bana gösterilen bu sevgi seni kaçırıp denize atacağız yaklaşımı beni aşırı korkutuyor?
Devamını ilerde yayınlayacağım.
*Bu satırları okuyanlara yaşamımı bütününü anlatmaya çalışıyorum. Anılarımı anlatırken unuttuklarım hariç eksiğimi yanlışımı yanılgımı ayıbımı saklamıyorum. Çocukluğum da birçok nedenden dolayı aşağılık duygusu içinde eziklik duydum. Çocukluğum delikanlılığım hep aynı sürdü ve sürüyor. Bilim adamları doktorlar açıklamalarında: Aşağılık duygusu kişiyi ya yıkar ya da aşağılık duygusu insanda itici bir güç olur ve o kişiyi olumlu yönde etkiler. Ben bu aşağılık duygusu ile artık barışık olduğumu sanıyorum. Yanılmış olabilirim. Anılarımı hiç saklamadan açık açık yazıyorum. Anlattığım olaylar kendimi borçlu hissetmem borç ödeme çabası. Babama olan borcum. Anneme olan borcum. Benim hikayemdeki kişilere olan borcum. Anılarımı işte bunun için anlatıyorum*
UNUTULMAZ ANILARIM
Yaz günü evin arka tarafında Mustafaların bahçesinde düğün vardı? Orada gördüğümü ömrüm boyunca unutmayacağım. Babam kasap havası oynuyor. Babamı öyle gördüm? Sanki dünyanın en güçlü en kuvvetli insanı benim babam? Kollarını açmış kartallar gibi güçlü kuvvetli benim Arslan babam.
AĞACA ASILMAM
Unutamadığım anılarımdan biriside ağaca asılmam: Hekim oğlu Ali paşa Camisi bahçesinde mahalle arkadaşları oynuyoruz ve bayağı kalabalığız? Nasıl oldu ise birbirine eklenmiş düğümlü ipi ağacın yüksekçe dalına atmışlar. İpi de benim belime bağlayıp yukarıya doğru çekmeye başladılar. Yerden çok yükselmiştim ipin düğümü dala takılmış ne ileri ne de geri gidiyordu. Ağaçta asılı kaldım vücuduma bağlı olan ip nefes almamı engelliyor gittim gidiyorum? Kimin aklına gelmişse Selimlerin evinin alt katında bakkallık yapan Mustafa abiye koşmuş? Mustafa abide buz kesmek için kullandığı testereyi kapmış gelmiş hemen ağaca tırmanıp ipi kesti yetişmeseydi ne olacağını Allah bilir? 8-8-2014 Asıldığım ağaç orada duruyor.
*Mustafa abi bakkallığın yan ısıra buz satardı. O zamanlar Buzdolabı yoktu. İnsanlar buz alıp soğuk su ve ayran gibi ihtiyaçlarını öyle karşılıyorlardı? Karpuzu kuyudan çektiğimiz su ile soğuturduk? Babam dondurma yapmak içim Mustafa abiden kalıp şeklinde buz alırdı. Babam buzu parçalar ağaç ve demir çemberden yapılma dondurma fıçının içine doldururdu. Bakırdan özel yapılmış kabın içine kaynamış sütü koyar. O kabı buz ve fıçının içinde çevirir. Yine özel yapılmış kürek ile döver. Buz çabuk erimesin diye üstüne işlenmemiş kalın tuzla kapatır ve dondurmayı yapardı. Dondurma yapmak bayağı meşakkatlidir*
YALIN AYAK
O sıralar çokça yalın ayak geziyorduk ki annem iğnenin ucunu yakıp ayağımıza batan cam parçalarını çıkarırdı ne kadar acı verirdi bu işlem basit bir ameliyat gibi.
ETYEMEZ
Etyemez Kale surları arasında deniz sahilindeki kumsaldı bizim eve yakındı. Etyemeze inerken yokuşun başından deniz çok güzel görünür. Dik yokuştan sonra tren yolunu geçip denize inilirdi. Etyemez deyince yeni öğrendim anlatayım:
*Etyemezden Langa’ya giderken kasap İlyas Camisi ve benzeri kasapların yaptırdığı Camiler vardır. Orada eskilerde mezbahalar varmış. Kasaplar ve Etyemez birbirlerine ne kadar ters düşüyor. Ama işin aslı öyle değilmiş Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim’de gıybetten söz edilir. Bir kişinin arkasından konuşmak çok günahtır. Gıybet yapan kardeşinin etini yemiş olur. Burada ki Medresede gıybet yapılmaz kardeş eti yenmez denilirmiş. Bu semtte Etyemez diye anılmaya başlanıyor*
-alıntıdır-
*Eski adı S.S.K. Hastanesi olan İstanbul Araştırma Hastanesinin bulunduğu yer o zaman lar boş arazi idi o devasa hastane henüz yapılmamıştı*
KAYBOLUŞUM
Bir anımda: Mahalle arkadaşım aynı zamanda sınıf arkadaşım Sami bizden biraz büyük olan Orhan ile beraber Etyemeze gidiyoruz. Etyemezden Tren yoluna çıkıp yürümeye başlıyoruz yaşım sekiz dokuz. Önce Samatya Tren istasyonu sonra Yedi kule, Kazlı çeşme, Zeytin burnu yürüyoruz. Çok iyi hatırlıyorum Veli Efendi Hipodrom alanı görünüyor. Nereye gidiyoruz bilmiyorum? Geri dönelim diyorum Sami ile Orhan devam ediyor. Olay yaz günü oluyor hava kararmaya başlıyor? Ben Tren yolundan ayrılıp Zeytinburnu tepelerine çıkıyorum.
*O zamanlar oralarda az ev vardı. Zeytinburnu (Teneke mahalle) diye anılırdı. Gaz veya yağ tenekelerinden yapılma barakalar gecekondular bulunurdu.*
Tabii ağlamaya başlıyorum kayboldum sağa sola koşuyorum. Kötü niyetli kişilerin eline düşsem başıma neler gelirdi. Hayırsever kişilere rastlamışım ki yardımcı olup beni Zeytin burnu istasyonundan Trene bindiriyor. Samatyada iniyor gecenin geç saatinde eve geliyorum. Yalnız mı geldim yoksa birisi mi getirdi hatırlamıyorum ama babamın beni nasıl dövdüğünü çok iyi hatırlıyorum. Babam annem kardeşlerim neler çekmiş kayboluşum onları nasıl üzmüş unutmamın imkanı olmadığı kayboluş?
BOĞULUYORUM
Sami ile bir anım daha var hiç unutmam: Mahalle arkadaşları Sami, Suat, Selim, Osman daha başka arkadaşlarda var. Hep beraber Etyemeze denize gittik. Sahil yolu henüz yapılmamıştı deniz sahili çok güzel. Bizans’tan kalan kale oraya ayrı bir güzellik veriyor. Hele kalenin kapı veya pencere gibi yerlerden deniz o kadar güzel görünüyor ki seyir etmeye doyulmuyor. Kalenin dibindeki kumsalda denize girenleri seyretmek, güzelliğe güzellik katıyor.
Etyemeze deniz sahili
*Sahil yolu yapımı sahillerin doğal yapısını yok oluşudur. Marmara denizinin ve özellikle lodosun binlerce yılda oluşturduğu kayalık ve kumsallar geri dönülmeyecek şekilde yok olmuştur. Samatya gibi denizle iç içe yaşayan bir semt bir anda denizden uzaklaşmıştır. Deniz suyu ile çiçek desenli renk renk tülbent ve yazmaları yıkayan Ermeni kadınların görünürdü? Deniz kenarın da çiroz balıkları kuyruklarından ipe takıp güneşte kurutulurdu*
-alıntıdır-
Denize girmeye başladık on veya on bir yaşlarındayım. Deniz o kadar güzel ki atlayıp zıplıyorum kulaç atmaya başladım öyle hoşuma gidiyor anlatamam. Tam yüzmeye alışmaya başladım kumsal kalabalık her şey çok güzel. Yüzüm kumsala dönük sırtım denize bakıyor. Biri bana çarpıyor arka üstü denize düşüyorum. Yere basmaya çalışıyorum ama ayağım bir türlü yere basamıyor. Denize batıp çıkmaya başlıyor su yutuyorum. Su yüzüne çıktıkça kumsalı görüyorum kumsal o kadar güzel ki? Buraya kadar diyorum kendi kendime boğuluyorum. Birisi beni tutup çekiyor karaya çıkartıyor. O kadar korkmuşum bu olay beni denizden öyle korkuttu ki? Bu yaşımdayım hala yüzmeyi öğrenemedim denizden hep korktum? Aslında denizi çok severim üst üste birkaç gün denizi görmeden yapamam? Beni kurtaran arkadaşım Sami idi ona ne kadar teşekkür etsem az ama hala teşekkür edemedim? Mahalle arkadaşların her biri bir tarafa savrulurken arkadaşların birçoğunu kaybettim? Kırk yıl sonra Sami ile Merter’de ayakkabı sayası kesiciliği yaparken karşılaştık. Ayakkabıcılık öyle bir meslek ki sık olarak iş yeri değişikliği olur başka atölyede iş buluyorsun uzun süre bir arada çalışmanın imkanı yok. (İleride ayrıntılı anlatacağım). Sami’nin izini kaybettim gıyabında Sami’ye şimdi teşekkür ediyorum.
6-7 EYLÜL OLAYLARI
Çocukluğumda bazı anılar var benliğim yer etmişler. Bunlardan birisi 6-7 Eylül olayları: Gece annem bizi uykudan telaşla uyandırdı. Gökyüzüne baktım kıpkırmızı bir gökyüzü gördüm. Evimizin hemen arkasında bulunan Rum Kilisesi yanıyor. Yanan Kiliseden fırlayan çivi ve kopan ateş parçaları etrafa saçılıyor. Babam evin üstüne çıkmış su döküyor çeşitli önlemler alarak gecekondunun yanmasını önlemeye çalışıyor. Annem bizi ilerideki komşumun Ümitlerin evine götürüp zarar görmemizi engelledi. O günleri unutmam imkansız? Tamamen yanmış Kiliseden insanlar işlerine yarayanları alıp götürüyor, Kilisenin çanı bile ortada yok. Nasıl gitmiş kiminle gitmişsem Samatyaya gitmişim yollarda yatak yorgan parçalanmış eşyalar geçmek zor korkunç bir durum tam bir felaket. Hekim oğlu Ali paşa camisinin yanında bostanı olan Hıristo, yağmacıların elinden ben Bulgar’ım diyerek canını zor kurtardığı anlatılırdı.
*Prof. Dr. Sabahattin Zaim’in şu tespitleridir: “İstanbul’da ki 6-7 Eylül hadiselerini organize edenin Gladyo teşkilatı yoluyla Özel Harp Dairesinin harekete geçiren İngilizler olduğu anlaşıldı. Türkiye’de ki Gayr-i Müslimlerin huzurunu dünya siyasetini yöneten güçler bozdu*
-alıntıdır-
*Hıristonun, Eftim ve Niko adında iki oğlu vardı. Bunlar pazarda balık satarlardı. Pazar da kavga çıkıyor ve Niko bir adam öldürüyor. Niko o kadar temiz terbiyeli ve efendi idi. Hapishaneye girip çıktıktan sonra değişti. Kumarhanelerde kabadayılık yapmaya başladı. Koca Mustafa Paşada kahvenin önünde otururken kurşunlandı. Sonraları kendi kumarhanesini açtı. Etyemez S.S.K. Hastanesinin karşısındaki Ese kapıya doğru yokuşu çıkarken hemen solda ki kumarhaneyi çalıştırırken kumarhaneyi basan kişilerce öldürüldü yazık oldu. Babası Hıristo bir süre sonra bostanında kendini astı*
HIRSIZLIK
Bir anımda: Herhalde mali durumumuz bayağı düzelmiş ki ailece Kapalı çarşıya alış-veriş yapmaya gitmiştik. Güzel bir çarşı gezmesi ardından eve gelince korkunç felaket ile karşılaştık. Eve hırsız girmiş hatırladığım evin içini harabeye döndürmüşler. Her tarafı yıkıp dökmüşler tarifi imkansız bir durum? Yüce Allah kimseye göstermesin.
*Hayat işte gün gelince her şey unutuluyor. Neler unutmadık ki bu hayatta. Acısıyla tatlısıyla hayat devam ediyor*
BEYAZIT KULESİ
13-14 yaşlarındayım o zamanlar Beyazıt Üniversite bahçesine giriş serbestti. İsteyen gidip bahçede oturur sonra yasaklandı. Sadece okulda okuyanlar giriyor? Bir gün bahçe de geziyorum? Baktım Beyazıt yangın kulesine çıkanları gördüm bende peşlerine takıldım. Uzun uğraş sonrası kuleye çıkıp etrafı seyrettim? Eskiden orada itfaiye vardı İstanbul’un çeşitli yerlerinde çıkan yangını görme imkanına sahiptiler.
ETYEMEZ KALESİ
O zamanlar Etyemez kalesinin hastaneye bakan ön tarafı kum deposu olarak kullanılırdı. Köprü, betondan yaptırmıştı kum dolu mavnalar köprüye yanaşır köprü üzerindeki kamyon kumları boşaltır. Etyemez deniz sahilinde denize girdikten sonra sahilden kale duvarına taşlara tutuna tutuna dikkatli bir şekilde geçip köprü üzerine çıkardık elin kaysa aşağı denize düşülebilir. Kum deposu Belediye tarafından çıkarıldı? Köprü üzerinde çok zaman geçirdim iyi yüzme bilenler köprü üstünden balıklama veya çivileme diye tabir edilen atlama stilleri ile denize atlarlardı. Balık tutanları kalenin üzerinde gezer denizi seyir ederdik. Kalenin üzerinde Zeki Müren’de bir film çekmişti? O güzelliklerin hepsi bitti.
SUAT İLE BERABER
Suat daha önce kaleye çıkmış gel beraber tekrar çıkalım dedi? Topkapıya gittik, Aksaray yönünden gelip Topkapı çıkışında kalenin sağ tarafındaki burcuna çıktık? Şimdi hayatta çıkamam çocukken korku nedir bilmiyorduk? İstanbul Boğazında ki Rumeli hisarının burçların tek tek gezdim.
CAMİİ MİNARESİ
Çok küçüktüm kaç yaşımda olduğumu hatırla mıyorum? Arkadaş ile beraber Hekim oğlu Ali paşa Cami minaresine çıktım? Kaç defa geri inmek istedim ama nihayetinde minareye çıktım.
TREN KÖPRÜSÜ
12-13 yaşlarındayım arkadaşım Selim ile Halkalı Tren istasyonundan çıkıp Tren yolunu takip edip yürümeye başladık. Etrafta in cin top oynuyor kimseler yok? Altın şehir Tren köprüsüne geldik? Derenin Küçük çekmece gölü ile birleştiği yere demirden yapılmış Tren köprüsü vardı? İlgimizi çekti köprü üzerinde uzun süre oynadık? Altın şehir o zamanlar boş alandı dağın tepesinde eskilerden kalma mağara vardı duvarlarında çeşitli resimler vardı? Mağaradan bakınca aşağı vadi müthiş görünürdü. Sonraları mağarayı çeşitli filmde gördüm? Yürümeye devam ediyoruz çocuk aklımızla Edirne’ye gidiyoruz. Isparta kule Tren istasyonuna geldik daha ileri gidemedik. Edirne’ den gelen Trene binip eve geri döndük.
GÖL ÇEVRESİ
Bir gün Selim ve Sami beraber Halkalıdan başlayıp. Küçük çekmece göl çevresini dolaşıp Avcılara gitmeye karar verdik. Çok zorda olsa amacımızı gerçekleştirdik? Küçük çekmece gölünün tüm çevresini yaya olarak dolaştık.
GÜZEL GÜNLER
Şimdi ki Kızıl Elma caddesinin olduğu yerde bostan vardı. Oradan pazı alırdım annem börek yapardı. Arnavutların böreği meşhurdur? Bostanda ki kuyunun başında gözleri bağlı at kuyu etrafında döner durur bostanı sulamak için gerekli suyu sağlardı. Güzel günlerdi o günler.
OSMAN
Sınıf arkadaşım Osman fırtına gibi çocuktu bizim evin karşısındaki camii yanında iki katlı evim alt katında kiracı olarak oturuyorlardı. Abisi Fehmi akıllı saygın kişiliği vardı. Osman çok çalışkandı Sami ile derste yanlış yaptığımız zaman Osman’ın mahalledekilere bizi anlatmasından çekinirdik öyle de bir muzipliği vardı. Büyükler Cami bahçesinde Osman ile beni güreştirdiler. Osman’a yenince sinirlenip peşinden koşmaya başladım. Yenilmeyi hiç kabullenemem yenilmeye hiç sevmem bu yüzden hala kahvede kağıt oynamayı bile beceremem oyunda yenmek te var yenilmek te?
*Ne demişler kazanmakla kaybetmek ikiz kardeştir.*
Ama ben yenilmeye bir türlü alışamadım. Ne diyordum Osman’ı kovalamaya başladım yakalasam kim bilir ne yapacaktım güreşte yenildim dünyanın sonu geldi sanki Osman’a kinim hala geçmedi. Osman’ı aslında çok sever takdir ederdim ben de olmayan pek çok meziyet onda vardı atılgan gözü pek mücadeleci. Bir gün Osman’ın annesi Fehmi ve Osman’ı eve çağırmamı söyledi? Osman’ın babası ölmüş dayanak olmayınca İstanbul’da barınamadılar? O günden sonra memleketi Ordu’ya döndüler.
*Anılarımı yazarken belleğim anılarımı içinden iç isteğime uygun olarak bir seçim yapıyor; kimi anıları siliyor kimilerini de değiştiriyor. Anıları da beni alçaltan beni aşağılayan olayları belleğim iç isteğimize uygun olarak bambaşka değişik bir biçime sokuyorum*
OKULA BAŞLIYORUM
Devamını ileride yayınlayacağım.
KOMŞULARIMIZ
Aileler her ne kadar çatışma içinde olsalar da ablam ve ben komşumuz Şükran, Abdullah, Suat ile arkadaşlık yapıyorduk. Onların evleri Rum Kilisesinin duvarına bitişik bahçede oynarken Kilisenin Papazı camdan bize şeker atardı? Hiç unutmam şimdilerde bayram ziyaretine gelen çocuklara şeker verilince o günleri hatırlarım karamel şekeri bizim için büyük hediye idi? Belki de fakirlik yokluk yüzünden olsa gerek? Hıfzı Efendinin Kapalı çarşı içindeki handa yorgancı dükkanı vardı. Abdullah, Suat ben Eminönü Mısır çarşısından aldığımız niyetleri Kapalı çarşı içinde şans kader kısmet talihini dene beş kuruş diye satar. Niyet çekenler çeşitli hediyeler kazanırdı. Buluşma yerimiz Hıfzı Efendinin Kapalı çarşı içindeki dükkan? Hekim oğlu Ali paşadan Beyazıt’a yayan giderken yolumuz Hasekiden geçerdi. Daha önce anlattığım (Roman) Çingene vatandaşlardan korkardık. Lalelinin iki yanı ağaçlık olan halini hayal meyal hatırlıyorum. Niyet satarken köfte-ekmek alıp yemiştim? Köfte ne kadar lezzetli idi? Evimizde köfte yenmiyordu? Köfte bizim eve pek uğramazdı? Yeri gelmişken anlatayım, hayatta sevmediğim sevemediğim yiyecekler var? Muz ve Çikolatayı hiç sevmedim sevemedim? Çünkü onları hep uzaktan seyir ederdim? Şu an bile alma imkanım olduğu halde Muz almak Çikolata almak içimden gelmez? Onları hep bana uzak ulaşılmaz olarak görürüm bilinç altına yerleşmiş bir kere? Rum Kilisesine bitişik beş altı gecekondu daha vardı? Bu evlerde Ermeni vatandaşlar yaşardı. Ermeniler ile çok iyi komşuluk ilişkileri içinde yaşardık. Satanik abla hayli şişman idi evinde gömlek dikerdi ablam onun yanında bir süre çalıştıktan sonra gömlek dikmeyi öğrenince makine alıp bizim evde gömlek dikmeye başladı. Hekim oğlu Ali paşadaki gecekonduda yirmi üç sene oturduk. Bu süre zarfında evimizde ne elektrik ne de su vardı, tuvalet bahçede idi? Başlangıçta aydınlanmak için idare diye tabir edilen gaz lambası kullanır. Çok sonraları lüks denilen lamba kullanmaya başladık daha fazla ışık verirdi. Özel gömleği takıldıktan sonra yakılırdı bizim kullandığımız lüks orijinal yapılmış gemiciler kullanırdı. Şimdilerde kahvelerde elektrik kesilince Aygaz tüpüne gömlek takıp yaktıklarını görüyorum. Ablam gömlekleri pedallı makinede dikerdi elektrik olsaydı, makineye motor takılır çok daha kolay diker yorulmazdı. Gömlekler hazır kesilmiş olarak gelirdi Mahmut paşadaki firmadan kamyonet ile getirip götüren kişi vardı. Hazır yapılmış gelen manşet kola takılır sonrada kollar bedene takılır hazır yapılmış olarak gelen yakada bedene takılır daha sonra düğmeler dikili gömlek biter çuvallara doldurup önce ütüye sonra ambalaj ve satışa sunulur.
*Bizim eve Ağa marka pilli radyo o sıralar alındı*
Satanik demiştim, kocası Turhan abide Beyazıt tarafında terzilik yapıyordu. Çok güzel giyinir başka kadınlarla ilişkisi olduğunu duyardık? Tam bir İstanbul Bey efendisiydi ben bile çocuk aklımla şişman Sataniği Turhan abiye yakıştırmazdım. Satanik abla kocasından yana çok dertliydi büyüler yaptırıp kocasını eve bağlamaya çalışırdı. Gün geldi Turhan abi hastalandı Sataniğ ablaya muhtaç oldu. Dünya işte? Sataniği ablanın Anuş adında kızı ve Varujan adında bir oğlu vardı. Ben öyle kolay kavga etmem ama edince de ölesiye kavga ederim? Varujanla kavga ettik karnına öyle vurmuşum ki çocuk günlerce hasta yattı. Satanik abla gelip beni anneme şikayet etti. Varujanın İstanbul Üniversitesi altında bulunan mülkü Kenan abiye ait olan dükkanların birinde bakırcılık üzerine satış mağazası vardı. İşleri iyi idi her şeyi dağıtıp İsviçre’ye ayakkabı fabrikasına işçi olarak çalışmaya gitti. Gitmeden önce akşamları Ali paşadaki dükkana gelip ayakkabı yapmayı öğrenmeye çalışırdı. İsviçre de yaşıyor ara sıra Türkiye’ye izinli olarak geliyor. Varujan yıllar sonra gediğinde itiraf etti. Öğrenci şiddet olayların dan korktuğum için dükkanı kapattım dedi. Turhan’ın kardeşi Kenan Samatyada Surp Kevork Ermeni Kilisesinde evlendi. Kilise ortamı farklı olduğu için hala anılarımda kalmış? Papaz elinde mum tutan çocuklar Papazın nikah yapması gibi. İlkokul bitince ben o Kilisenin vakfına ait olan dükkanda Kemal ustanın yanında ayakkabıcı çırağı olarak işe başlayacaktım?
*Ermeniler o zamanlar iki isim kullanırlardı baskı vardı. O yüzden iki isimleri olurdu. Biri Türk diğeri Ermeni ismi?*
Kenan abinin iki kızı bir oğlu oldu karısına da kara gelin derlerdi. Kara gelin aşağı kara gelin yukarı çok iyi hatır naz kişiliği vardı. Kara gelinin mahallede herkes severdi. Kenan abide dökümcülük yapardı işleri çok iyi hali vakti yerin de idi?
Hekim oğlu Ali paşada ayakkabı dükkanı açtık
Yıllar sonra Hekim oğlu Ali paşada ayakkabı dükkanı açıp mahalleye döndüğümüzden bir kaç yıl sonra Kenan abide 50-55 yaşlarında kalp krizinden öldü. Evleri büyüktü üç aile aynı evde yaşıyordu. Varujanın diğer amcası Kirkor Ali paşada büfe tarzı dükkan açtı sigara içki gazete gibi şeyler satıyordu? Sonraları ailesiyle beraber Amerika’ya göç etti Kirkor’un küçük kızı vardı ve iyi insandı. Kayseri’de kalan iki kardeşleri daha vardı onlarda geldi Mahmut paşada triko kazak gömlek işleri yapıyordu küçük kardeşi Kalender Zeytinburnu’n da fabrika açtı zengin olduğu söylenir. Sonra ki evde Ermeni aile vardı on sekiz on dokuz yaşların da bizlerden çok büyük güzel bir kızları vardı? Ali paşa camisinin şadırvanında o kıza rastlardım sabahları yüzünü yıkar dişlerini fırçalardı.
*Diş fırçalanmasını ilk defa orada görmüştüm. Ağzı bembeyaz köpük köpük dişlerini fırçalıyordu. Çok iyi hatırlıyorum.*
Rum Kilisesine bitişik evde Ermeni olan Ohannes evi Ohannes kavgacı ve güçlü çocuktu. Daha sonraki ev Onnikleri evi Onnik ile iyi arkadaştık. Onnik sonraları buzdolabı atölyesi açtı bakkal kasap lokanta gibi yerlere buzdolabı yapardı kendi imalatı olan buzdolabı ustası oldu. Ermenilerin evleri pis kokardı biz iğrenirdik? İstanbul Ermeni’si değillerdi? Anadolu köylerinden gelmişler. Sucuk ve Pastırma gibi şeyler yedikleri için (Koku)’un asıl nedeni oydu? Biz Sucuk ve Pastırmayı çok sonraları yemeye başladık eskiden pahalı olduğu için alamazdık. Annem Yılbaşı günü kabak pişirir kabak tatlısı yapardı kabak pişerken domuz kokusunun eve gelmemesini sağladığına inanılırdı eskiden öyle inançlar vardı nihayetinde komşuları mız Hristiyandı. Şekerci Sabri amca mahallenin eskisiydi meslek babasından kalmış dükkan böyle kıyıda köşede olmasa İstanbul’un mevki yerinde olsa örneğin Hacı Bekir gibi ünlü şekerci olurdu. Dükkanın arka tarafında şeker lokum imalathanesi vardı mermer tezgahın üzerinde lokum yapardı.
*Yıllar sonra aynı dükkanda Naci ile beraber kundura mağazası açtık*
Şekerci Sabri amca hiç evlenmemiş dükkanın üstünde ki dairesinde yaşardı. Anılarımda kalan haftanın belli günleri çapkınlığa gittiği söylenirdi. Şekerci Sabri amca dükkanın önünden geçen çocukları çağırıp az yukarıda olan Ali paşa çarşısından ihtiyacı olan şeyleri aldırı karşılığında mutlaka akide şekeri verirdi. Sabri amca bana nasıl konuşmam kekeleme mem için ne yapmam gerektiğini söyler bana çeşitli konuşma egzersiz yaptırırdı bu gibi öğütler bende tamamen ters etki yapardı. Babam akşamları para verir Sabri amcadan şeker alırdım ağzımız tatlanırdı. O zamanlardan bende kalan akide şekeri sevgisi hala çok severim. Sabri amca akşamları rakı içerdi dükkanı camii kapısına çok yakın camiye gelen cemaat dükkanın önünden gelip geçerken nasıl rakı içe biliyordu? Hala merak ediyorum demek ki cami cemaati ona tepki vermiyordu. Selim arkadaşım namı diğer Arap Selim esmer olduğu için ona Arap diye lakap takılmıştı.
*Selim Ankara’da bir Lisede müdür yardımcılığı yapıyor*
Selim benim en yakın arkadaşımdı onunla sabahları gaz tenekesi veya yağ tenekesi alıp cam demir toplamaya çıkar. Akşama kadar topladığımız şeyleri hurdacıya satar kazandığımız para ile sinemaya giderdik. Eve yakın olan İstanbul sineması önünde satılan Tom miks, Teksas gibi dergiler alır okur tekrar satardık. Cam demir toplarken Sirkeci, Florya, Sahil yolu yeni yapılıyordu? Etyemez, Samatya, Yedi kule sahilin denizin dolduruluşunu dün gibi hatırlarım. Kamyonlar taşınan molozları döküp denizi dolduruyorlar. Bizde dökülen molozlar arasından cam ve demir toplardık. Vatan caddesi yapılırken Aksaray başlangıcında büyük yıkım vardı. Dozerler binaları yıkıyor Selim ile beraber çıkan demirleri topluyorduk. Çok şey toplamıştık dozer üzerimize gelince bütün hepsini bırakıp kaçmak zorunda kalmıştı canımızı zor kurtardık. İstanbul yeniden imar ediliyor yeni yollar yapılıyor. Hekim oğlu Ali paşadaki bizim gece kondu ya yakın olan Kızıl Elma Caddesi yapılırken, Adnan Menderes’i çalışmaları kontrol ederken görmüştüm. İstanbulda büyük istimlak yapılıyordu Vatan Caddesi, Sahil yolu, Kızıl Elma Caddesi o yaşlarda benim bildiklerim. O zamanlar bizim gecekondunun olduğu yere de Cadde yapılacağı söylentisi vardı? Rahmetli babam abime iş yeri olarak yaptığı ilave odayı kendi elleri ile yıkmaya başladı. Her gün evimizin yıkılacağı korkusu yaşadık? Yıllar sonra söylenti gerçek oldu komşuların evleri dahil bütün gecekondu lar yıkıldı ve Hekim oğlu Ali paşa Caddesi yapıldı. Babama bunca korku yaşatan uykusuz geceler geçirmesine sebep olan gecekonduyu bugün yıkılacak yarın yıkılacak diye hayatımızı zora sokan Adnan Menderesi babam çok severdi, bunu bir türlü anlamış değilim. O zamanlar dağ başı diye bildiğimiz Esenler köyünde babam ev yapmak için arsa almak niyetin de idi annem, abim ve ablam oraya gitmeyiz diye karşı çıkıyorlardı.
*Yıl 2018 aklıma geldi, kendi kendime sordum? Annem, abim, ablam Esenlere gitmeyiz derlerken haklı mıydılar? Esenlere gitmeyebilir miydik? Gitmeseydik hayatımız nasıl olurdu. Neler yaşardık bilemiyorum? Ben askerden dönünce ayakkabı kalfalığı yapıyordum çok iyi para kazanıyordum? Askerdeyken bana çok az para gönderiyorlardı. Çok kızmıştım kazandığımın çok az kısmını anneme veriyor geri kalanını kendime saklıyordum? Bir Pazar günü acil iş vardı yüklüce paramı da yanıma aldı dükkana gittim? Sonra Esenlere eve bakmaya gittim, nerede olduğunu bilmiyorum bütün para mı kaybettim, dükkanda mı çaldılar. Esenlerde gezerken sıcak olduğundan ceketimi çıkartmıştım o zaman mı düştü bilmiyorum? Evdekilere söylemedim? Abim çalışıyor. Bende çok iyi kazanıyordum, Naci’de çalışıyordu? Ali paşada kiraya çıkabilirdik. Hatta bir daire bile alabilir. Ali paşadan ayrılmazdık? Hangi kafa ile Esenlere taşındık hala çöze miyorum? Ali paşadaki elektrik ve suyu olmayan evden Esenlere elektrik ve suyu olmayan eve? Ulaşımı zor çamuru bol olan Esenler? Esenlerde çok sıkıntılar çektik. Sur içinde doğmuş olan kardeşlerin Esenler köyüne alışması kolay olmadı? Uzun yıllar oturduğumuz halde kimseyle arkadaşlık dostluk kuramadık? Geçenlerde Naci’ye bu konuyu sordum? Oda cevap olarak belki de böylesi daha iyi oldu hepimiz ev bark sahibi olduk dedi? 50 Yıl sonra hala fırsat buldukça Ali paşaya arkadaşları görmeye gidiyorum neden? Bunun cevabını kim verecek?”
Babam Esenlerde Menderes mahallesinde ki arsayı sahibi olan Haralanbos Tığlı oğlundan satın aldı.
*Ben küçüğüm ayrıca ücret vermemek için babamın kucağında yıkık dökük minibüsle Esenlere temel kazmaya gidiyoruz? Arabalar o zamanlar Davut paşa askeri kışlasının ortasından geçerdi. Yol kenarlarında oturan askerleri seyir etmek çok hoşuma giderdi*
Esenler gerçekten dağ başı tozlu yollar az sayıda ev vardı. Şimdiler de dört yolda kapalı yol yapıldı zorunlu işi olan arabalar girebiliyor. Eskiden Davut paşa kışlasının tankları yoldan geçip Atış alanına eğitim yapmaya giderlerdi her şey değişiyor. O zamanlar akrabalar arasında dayanışma vardı. Şimdilerde öyle şeyler yok? Bule Teyzemin çocukları dört beş kişi çok genç kuvvetliydiler? Sadece bize yardım etmek için çalışırlar evin temeli kazarlar akşam olunca da Esenlerden, Taşlı tarlaya yayan giderler. Ne güzel günlerdi o günler. Bende kazma kürek çalışanlara Üç yüzlüdeki pınardan su taşırdım. Etraf bomboştu bizim evin arsasından bakınca Üç yüzlüdeki Pınar ve Kara bayır her taraf görünürdü. Evler parmakla sayılacak kadar azdı. 1958-1960’larda yapmaya başladığımız ev temel olarak kaldı. Askeri darbe olmuş Menderes Hükumetti devrilmiş istimlak durmuş. Esenlerdeki ev ben asker deyken 1970’lerde inşaat bitmiş ev bitince dağ başına gitmeyiz denilince de evi bir süre kiraya vermişlerdi.
*1972 Senesi hala Hekim oğlu Ali paşadaki gecekonduda yaşıyoruz. Evde hala su yok elektrik yok. Tuvaleti bahçede olan evde yaşıyoruz?*
İŞE BAŞLIYORUM
Okul bitince Ortaokula göndermediler ekonomik imkanları yoktu bende istemiyordum zaten kekeliyordum. Babam beni Samatya Marmara caddesinde mülkü Surp Kevork Kilisesinin vakfına ait olan dükkanda ayakkabıcılık yapan Kemal ustanın yanına çırak olarak verdi.
(Sulu Manastır Ekmek Fırını-Samatya)
*Sulu Manastır adıyla tanınan görkemli Ermeni Surp Kevork İstanbul’un yedinci tepesinin üzerinde yer alan ve avlusunda bulunan ve Kilisenin Osmanlılar tarafından Sulu Manastır isimlendirilmesine neden olan su kaynağı eski Bizans ayazması. Rivayete göre eskiden Rumlara ait olan bu Kilise Osmanlı Padişahı Sultan Süleyman tarafından Ermenilere verilmiştir? Ölen Ermeniler ertesi gün gömülecekse bu soğuk ayazmada bekletilirdi? İstanbul’un 20.Yüzyılın başlarına kadar kentin Bizans’tan kalma kara ve deniz surları ile sınırlı olarak surların dışında kalan bomboş geniş alanların surlara yakın kısmı bahçe ve bostan olarak değerlendirilmekte idi? İstanbul’a yetecek yeşil salata, marul, taze soğan, turp üretimi buralar da genellikle Rum ve Arnavut olan bahçıvanlar tarafından sağlanmakta idi? Silivri kapının dışında Balıklı Rum mezarlığı hemen yanında Balıklı Ermeni mezarlığı vardı? Yüzyıllardır, kentte bir arada yaşayan farklı dinlerden insanlar ölümde bile birbirlerinden ayrılmamışlardır? Kum kapı, Langa, Samatya, Yedi kule civarında yaşayıp ölen Rum ve Ermenilerin büyük bir bölümü burada gömülüdür? Eski yıllarda cenazelerin eller üzerinde ya da at arabaları ile taşınırdı.*
-alıntıdır-
MEHMET VAROL PEKİN
*2008’de Bir yıl kadar Yedi kulede kiracı olarak oturdum. Bu süre zarfında Varol ile tanıştım. Varol Abant suyunun bayiliğinin yanı sıra Yedi kule futbol takımını Teknik direktörlüğünü yapıyor ve çok başarılıydı. Varol insan severliği hat safhada idi. Kimseyi kırmaz inceltmez. Kendi çıkarını hiç düşünmez. Başkalarına karşılıksız yardım ederdi. Günümüzde Varol gibilerin sayısı o kadar az ki hatta yok gibi. Yedi kuleden taşındıktan 3-4 yıl sonra Varol hastalandı. Zaman zaman Yedi kuleye gider görüşürdüm. Kendime dikkat ediyorum derdi. Varol’u kaybettik, çok üzüldüm. Cenaze kalkacağı gün hava çok soğuktu ama o soğuğa rağmen cami o kadar kalabalıktı. Ne çok severi varmış. Yedi kule tarihi günlerin den birini yaşadı? Cenazesi Kale dışında ki aile mezarlığına kadar eller üzerinde taşındı. Yıllar önceleri olduğu gibi.*
Kemal ustanın yanında ayakkabı çıraklığına başladım? On iki yaşında henüz sünnet olmamışım? O yaşıma kadar beklememin sebebi kardeşlerin büyümesi üç kardeş beraber sünnet olduk? İmkan olsaydı beni daha erken sünnet ettirirlerdi fakirlik işte? Babam bizleri Demokrat Parti Adnan Menderesin partisinin yazlık Aynur sinemasında tertiplediği sünnet şölenin de sünnet ettirdi? Ese kapı otobüs durağının hemen arka tarafı o zamanlar yazlık Aynur sinemasıydı.
*Babam başka mahalleden olduğumuz için bizi sünnet etmezler korkusu ile yanlış adres vermiş. Aradan uzun süre geçince sarılan gazlı bez iyice yapışmıştı. Çok zor ve çok acı veren pansumandı. Anlatmadan yapamadım.*
İşe başlayışım benim için yeni hayatın başlangıcıydı? Kemal usta bana Beyazıtta bulunan Fora köseleyi deriye makine ile dikilen yer Freze ayakkabının alt tabanı makine ile zımpara lanıp boyanması yapıldığı yeri öğretti. Ayakkabı yapımda kullanılan malzemeleri satan yere çivici denilir. Vahe adındaki Ermeninin dükkanından çivi, çiriş, tela, ökçe lastiği gibi şeyler alırdım. Hafta da bir kaç defa beş çift bir torbaya beş çift öbür torbaya koyup fora frezeye götürüp getirmeye başladım. Foraya giderken içinde kalıp olmadığı için hafif olurdu. Frezeye giderken ayakkabıların içinde kalıp olduğu için çok ağır olurdu.
*Şimdilerde ayakkabılar hazır taban ve yapıştırma oluyor fora freze tarih oldular.*
Kemal usta Cemal kalfa üç kişi çalışıyoruz bir süre sonra bende ilinti ve patıma denilen dikişleri öğrenip dikmeye başladım. Cemal kalfa işten ayrıldı Kemal usta ile ben kaldım. Müşteri gelir ayak ölçüsü aldırır siparişi verir ayakkabıyı almaya geldiğinde o zamanlar şimdiki gibi poşet yoktu? Ben gazete kağıdıyla paket yapardım müşteri bana da bir miktar bahşiş verirdi. Surp Kevork Kilisesi nin Papaz’ı Serkiz Efendi her gün dükkana gelirdi. Kilisenin ikinci Papazı da vardı Serkiz Efendi onunla geçinemez? Papaz odasında onunla oturmaz bizim dükkanı tercih ederdi. Ermeni vatandaşlar Kilisede evlenir Patrikhanede yapılan evlilik işlemlerin nikahı kıyacak Papaz üstlenir bu tür işleri olan kişiler bizim dükkana gelir nüfus kağıtlarını Papaz Efendiye verir bazıları da diğer Papazı tercih ederdi. Böyle bir iş aldığı zaman Serkiz Efendiye duraktan taksi çağırırdım. Kum kapıdaki Patrik haneye gider işleri takip ederdi. Bize her zaman çay ısmarlayan Serkiz Efendi, işi aldığında hemen çay söylememi isterdi. Serkiz Efendi cenaze dönüşünde böyle idi cenaze gömüldükten sonra dükkana gelir hemen çay söyletirdi. Düğün ve Cenaze işinden belli miktarda para kazanıyordu. Serkiz Efendi fasıl müziğini çok severdi akşamüstü radyoda yarım saat fasıl müziği olurdu, onu büyük bir zevkle dinler ve eşlik ederdi. Tatlı dilliydi askerlik anılarını anlata anlata bitiremezdi. Örneğin “Sizden Duydum” kitabımda yazdığım çarşıya varak, bir karpuz alak, yarak yiyek, yarısını da Dadaylı onbaşı ya götürek, hiç olmazsa iltimas oluru Papaz Serkiz Efendiden duymuştum. Papaz olmadan önce Karaköyde mutfak, banyo, fayans gibi benzeri şeyler satan firmada çalışmış Florya’da ki deniz köşküne verdikleri fayans veya benzeri şeyleri anlatıp dururdu. Serkiz Efendiye Samatya çarşısından aynı zamanda meyhane olan yerden akşamüstü, Ermenice olan Jamanak gazetesi ve Çikolata dediği Yeni Harman sigarasını alırdım içimi ağır sigara idi öyle söylenirdi. Serkiz Efendi iyi insandı onu çok severdim. Serkiz Efendi hastalandı Balıklı Ermeni hastanesine yatırıldı sonraları Serkiz Efendiyi kaybettik.
*Papaz Serkiz Efendinin evi camii karşısında idi. Sabah ezanı (Sabah) makamında okunursa çok hoşuna gittiğini söylerdi.*
İki oğlu vardı 15 ve 24 yaşında küçük oğlu akıllı güzel çocuktu onun çocuk yaşlarda öksüz kalmasına üzülürdüm. O zamanlar Papaz öldüğü zaman maaş bağlanıyor muydu bilmi yorum? Zengin bir aile değiller kirada oturuyorlardı. Küçük oğlunun Amerika’ya gittiğini öğrenince sevindim. Dükkanın tam karşısında Ali ustanın Sulu Manastır ekmek fırını vardı. Oğlu Nurettin önceleri Kemal ustanın yanında çalışmış o sıralar Koca Mustafa Paşa Eminönü arasında çalışan Halk otobüsü vardı. Fırıncı Ali usta dükkana gelir muhabbet ederdi. Kemal ustanın yanından ayrıldıktan çok sonraları duydum Ali usta hemen yan tarafta bulunan Camide abdest alırken düşüp ölmüş. Kemal ustanın yanında çalışırken Sebahat yenge o güzel yemekleri yapar kızı Şükran ile bize gönderirdi. Benim böyle güçlü olmama sebep o güzel yemeklerdir. Kemal usta mahalle komşuları birlik olup Nurettin’in otobüsünü kiralar yazın pikniğe giderler. Sarıyer, Hünkar suyu, Sultan suyu, Bentler, Kilyos gezilerine beni de götürürdü. Kemal ustanın dükkanı Ermeni Kilisesinin vakfına ait idi kirayı yönetime öderdi. Vakfın diğer kiracısı Yahudi olan ismini hatırlayamadığım fabrika veya atölyesi vardı. Bornoz gibi şeyler dokurlar orada çalışan işçiler bizim dükkana gelir iş yerinin dedikodusunu yapardı. Hiç evlenmemiş 35-40 yaşlarında sekreter bayanı patronun kucağında gördüklerini anlatırlardı. Bu patronun akrabası olan Nesim adında ki Yahudi ile ortak olduğu lastik ayakkabı fabrikası vardı. Marmara Caddesinden bayır aşağı olan Cambaziye Mektebi Sokak Sahakyan Lisesinin yanından inince orada eskiden kalma hamam gibi yerde lastik ayakkabı fabrikaları vardı. Ama firmaları son demlerini yaşıyordu Derby, Gızlavet gibi büyük fabrika karşısında ayakta duramadılar.
*O hamam gibi yer dediğim yer şimdilerde restore edilip tarih eserler gün yüzüne çıktı. Nesim konuşmalar sırasında Üniversiteye giremeyen oğlunun (Mason) derneğine girince kolayca Üniversiteye girdiğini anlatırdı.*
Bunları İbrahim adında bir ortakları vardı. İbrahim abi çok muzip bir adamdı benim yazdığım Sizden Duydum kitabındaki birçok fıkra onundur. İbrahim abi karısı ile geçineme diğini anlatırdı. Çocukları evlendirince karısından ayrılmış çocukları mağdur olmasın diye karısına katlandığını anlatır dururdu. İbrahim abi Silivri kapı taraflarında ki evinde yalnız yaşıyordu? Duyduk İbrahim abi ölmüş uzun zaman kimsenin haberi olmamış cesedi kokmuş. Allah kimsesi yalnız bırakmasın. (Âmim)
SİNEMALAR
O zamanlar TV, yoktu semt sinemalarında oynayan filmler takip edilir. Çarşamba günleri yeni film başlar bir hafta oynardı. Koca Mustafa Paşa Çınar karakolu karşısında ki İstanbul sineması eve en yakın olanı idi ve çok büyüktü. Sinemada film seyrederken şöyle olaylar olurdu? Mesela diyaloglar uzayınca seyirci makinist uyuma diye bağırır kendince protesto ederler? Birde filmde öpüşme sahnesi olduğu zaman seyirci hep bir ağızdan çeyreğe muuuz diye bağırtı kopardı. Ne güzel günlerdi o günler bir daha hiç gelmeyecek? İstanbul sineması yıkıldı araba garaj olarak kullanılıyor. Samatyada Şen sineması vardı eski bakımsız ve küçüktü odun sobası vardı. Kış günleri sobanın içinde ampul yanar soba yanıyormuş gibi görüntü verirdi.
Samatya Şen Sineması
Yedi kulede Tunca sineması vardı küçük yaşlarda gece Ali paşadan Yedi kuleye Sinemaya giderdik. Yanında sandviç fırını vardı sıcak sandviçlerin tadı hala damağımda.
Yedikule Tunca Sineması
*Nereden aklıma gelirdi ki yıllar sonra Tunca sinemasının karşısındaki evde bir yıl kadar kiracı olarak oturu cam.*
Tunca sinemanın olduğu yerde şimdi binalar var. Aksaray’da Bulvar sineması vardı. Kum kapıda Nil sineması vardı Ali paşadan, Kum kapıya sinemaya giderdik. Birde Şehzade başı sinemaları vardı. En önemlisi Tarihi Turhan sineması, eskiden tiyatro olarak da kullanılmış? Yanlarında loca vardı bir kaç defa gittiğimi hatırlıyorum? Turhan sineması sapık insanların buluşma noktası imiş film oynarken onlar bir birleriyle sapık ilişkide bulunulurmuş. Bir gün kırmızı pantolon giymiş yirmi beş yaşlarında bir erkek görmüştüm dikkatimi çekti sinemaya uzaktım ama bu kişinin oraya gittiğini tahmin ettim yanılmadım doğru Turhan sinemasına girdi. Bizim komşunun oğlu Abdullah oraya dadanmış anlatırdı? Alman oğlan turist yakalamış, Alman ben Alaman diye kendisini tanıtıyormuş ben Alaman deyince? Abdullah geçen Fransız aldı sen nasıl Alaman demiş? Abdullah sonraları çalışmak için Almanya’ ya gitmiş, duydum yarım şişe viski içtikten sonra ölmüş. Hemen yanda Ferah diğeri Kulüp sineması yolun karşı tarafında sinemalar vardı yol genişler ken onlar yıkıldı? Birde çaprazda Yeni sinema vardı orası kaliteliydi. Yazlık sinemalar gelince, Aynur, Sayanora, Arı, Tunca, Erten, Nilgün, Akasya, İstanbul sinemasının yazlık kısmı hatırladık larım. Ne güzel günlerdi o günler bir daha hiç geri gelmeyecek. Aksaray’da Çakıl gazinosunun yan tarafında odun deposu vardı? Odunların üstüne çıkar Adnan Şenses veya benzeri sanatçıları seyir ederdik. Çakıl gazinosunun üstü açıktı çok sonraları üstü kapatıldı. Gençlik yıllarımda Samatya sahilinde ki çay bahçelerine giderdik kalas ve odunlarla yapılmış deniz üzerindeki çay bahçelerini hatırlıyorum. Çok güzel ortam vardı aileler gelir gece geç saatlere kadar oturur sohbet ederdi güzel günlerdi o günler. Sonraları Aksaray Yakamoz çay bahçesine gitmeye başladık orada karı-kız olayı fazla idi. Çakıl ve Gar gazinosunda pazar günleri gündüz matineleri olurdu? Bizim darbuka çalan Ali beraber çalıştıkları saz arkadaşlarını alır fırsat buldukça çay bahçesine gelirdi? İnsanlar rahat huzurlu idiler şimdiler de hele gece oralarda gezmek zor. Çakıl gazinosunda Zeki Müren’i pek çok sanatçıyı seyretmiştim. Vatan Cadde sinde Lunapark gazinosu vardı? Ön masalar içkili ve pahalı idi biz arka taraflara bilet alırdık oraları ucuz olurdu. Neşe Kara böcek, Ajda Pekkan daha nicelerini Lunapark gazinosun seyretmiştim. Erol Büyük burç sahnede iken giydiği çizmenin tabanın delik olduğun görünce çok üzülmüştüm? Yıldırım Gürses yarışma da birinci seçilince Lunapark sahne almış ilk gecesinde mikrofonun azizliğine uğramıştı. Ayrıca Lunaparkın çayhanesi vardı. İnsanlar ailece gelir semaver söyleyip program seyir ederlerdi. Abdullah Yüce’yi orada seyrettim. Caddede başka çay bahçelerinde vardı. Belirli günlerde amatör sanatçılar sahne alırdı. Genç Osman adlı sanatçı Lunaparkın çay bahçesin de meşhur olmuştu? Ben İzmir’de askerlik yaparken Genç Osman’da orada askerlik yapıyordu.
DELİKANLILIĞA İLK ADIM
Mahalle çeşmesinden su taşıyorum çeşme başı kalabalık oluyor uzun süre sıra bekliyorum. Ermeni bir kadın var üst mahallede oturan. Yaz günü göğsü hayli açık olan elbisesi var üzerinde. Çeşmeye kovayı koyarken eğilince göğüsleri gözüküyor. Ben kovaları doldurup acele eve gidiyor kovaları boşatıp tekrar çeşme başına dönüyorum. Ermeni karısını tekrar görmek için onu seyretmek çok hoşuma gidiyor. Bir akşam evde banyo yaparken o kadın aklıma geliyor hayal etmeye başlıyorum ılık bir erime gevşeyiş boşalma çok korkuyorum. Bana ne oluyor diye neredeyse anneme söyleyeceğim. Benden bir şey aktı diyeceğim kendimce gizli bir şeyler olduğunu farkındayım. Öylesine gizli ki hiç kimseye bir şey söylemedim. Her kesin bildiği her genç erkeğin başına gelen şey bu bana hiç anlatılmamış ama yine de biliyordum zaman zaman çeşmeye su geliyor mu? Diye laflar duyardım demek ki çeşmeye su gelmesi buymuş?
FABRİKADA
Fabrikada yanımda temizlemede çalışan Suat emekli olmuş bana askerliği dışarıdan öde erken emekli olursun diye akıl verdi. Askerlik şubesine gittim evrakları hazırladım bankaya ödeme yaptım hesap kitap ettim üç sene bağ kur ödemişim var. On seneye yakındır burada çalışıyorum etti on üç iki senede askerlik ödemesi on beş yıl emeklilik hakkını kazanmıştım. Müdür ustabaşı İdris’in odasına gittim hesap etti senin iki senen var çalışmaya devam dedi. İlk anda şok oldum İdris bana kızgın olduğu için yılları ayrıntılı hesaplamamış? Sonraları İdris benim kağıtları hazırladı S. S. K. verdim emekli oldum gene fabrikada çalışıyorum. Emekli olduktan bir yıl sonra fabrikada grev yapılacak ve zam isteniyor. Benim parasal yönden sıkıntı yoktu benim grevle işim olmazdı ama serde ilericilik var ya? Cuma günü akşamüstü dört çayı için yemekhaneye çıktım bir daha inemedim işçilere destek yardımcı olmak istiyordum ne de olsa solculuk vardı. Durumlar değişti Said beyi yanlarına çağırıyorlardı gelmeyeceğini söyledim karşı çıktım ama aşağıda inmedim. Greve katılmayanlar çalışmaya devam ediyordu bize bir kağıt imzalattılar ve eve gidin Pazartesi gelirsiniz dediler. Çarşamba günü gittim İdris’e gün doğmuş benden kurtulması için fırsat beni muhasebeye gönderdi hesabım kesildi işten ayrıldım. Fabrikadan ayrılırsam Beyazıt veya Merter’de havada iş bulurum diyordum fakat öyle olmadı, uzun zaman iş bulamadım bayağı bunalıma düştüm ne yapsam iş bulamıyorum? Penye satıyorum kazandığım basit para kendi mesleğimi yapsam daha iyi olacak. Özgür’ün kazandı okula yazılması için beraber Edirneye gittik okulu görmek için Keşan gittik kalacak yer bakmıştık. İstanbul’a döndük okul açıldığında tekrar Keşan’a gidip yurtta yer bulduk Özgürü Keşan’da bırakarak İstanbul’a döndüm. Merter’de iş buldum bir hafta zor çalıştım fabrika ile piyasa işi çok farklı uzun zaman fabrikada çalışmak arkadaşlardan uzak kalmıştım. Ayakkabıcılıkta iş bulmak daha çok arkadaş aracılığı ile oluyordu, fabrikadan arkadaşım olan İbrahim abisinin atölyesinde çalışıyor iki hafta temizlemeci olarak çalıştım yine boştayım. Modelci Sıtkı’yı buldum bana çalıştığı Tetri atölyesinde iş buldu kırk-elli kişinin çalıştığı yer bodrum kat o gün yağmur yağmış sel almış bizim hiç haberimiz olmadı. Öyle bir bodrum çalışanlar sigortasız böyle niye çalışıyorsunuz deyince işçiler aç mı kalalım abi diyor. Halbuki bir gün bile sigortasız çalışmak ne kötü şeydir biliyorum. Beyazıttan tanıdığım Hafız Süleyman aynı yerde çalışıyor üç-dört gün zor dayandım. Gene boştayım Merter’de kunduracı hanları arasında dolaşıyorum İsmail abi diye biri seslendi? Baktım Ali paşadan Sarı Hikmet’in oğlu Faruk beni atölyesine çıkardı zenne yani kadın ayakkabısı yapıyorlar. Kardeşleri Suat ve Recep cep numaramı aldılar iş olursa beni arayacaklar telefon ettiler gittim. Üst kattaki merdane yani erkek ayakkabısı yapan Mustafa Tui firma adlı kundura atölyesinde kesici olarak işe başladım. Mustafa iyi çocuktu ama işleri iyi gitmiyordu çoğu zaman çalışmıyorduk. İki yıl böyle geçti, ben ayrıldıktan sonra Tui’nin işleri açıldı iyice havalandı? Kıbrıs’a gitmeye başladı orada kumar oynuyormuş? Tui ayakkabı piyasasını dolandırmış, alacaklılar tarafından aranıyor iki arabası hepsini kaybetti? Borçlarını ödemek için sahte para işine girdi yakalandı ve cezaevine girdi bir süre yattı ve çıktı muhakemesi hale devam ediyor. Tui Mustafa alacaklısından gizli olarak sağda solda kesici olarak çalışıyor. Bir gün evin alt katında cam kenarın da oturup gelen geçeni seyir ediyorum. Baktım Firuze ile Saime geçiyor eve doğru acayip bakıyorlar
*Şunlara bak dört daireye kondular biz hiç yararlanamıyoruz.*
Diyorlar gibi geldi belki de öyle düşünmediler ama bana öyle geldi. O güne kadar evden çıkma fikrine karşı duran ben karar verdim evden çıkacaktım? Kararıma bizim evde ki herkes şaşırdı? Komşumuz Muzaffer abinin evine taşındık. O sıralar İmar Bankasında bir miktar paramız vardı. Devlet bankaya el koydu parasız kalmış emekli maaşı ile geçiniyorduk. Abim evi üç daire ve kişi başına dokuz bin lira karşılığında dördüncü daireye anlaşmış? Benim şu an param yok bankadan alırsam veririm dedim. Abim ara sıra mütaahhit para istediğini söylüyor ben ise tersliyorum bir sene sonra bankadan paramızı aldım borcumu verdim eve taşındık. Diğer daire sahipleri bana toprak sahibi deyip duruyor onlar kırk bin lira verip daire sahibi oldu ben dokuz bin lira verip daire sahibi oldum üzerimde sanki bir göz vardı. Bir gün Beyazıta arkadaşı ziyarete gitmiştim çıkışta börekçi den sigara böreği alacaktım vazgeçtim iki üç adım attım ki yukarıdan pencere camı düştü. Önce ne olduğunu anlayamadım koca cam saçımı sıyırmış ceketimi kazağımı atletimi jilet gibi kesmişti kafama düşse ne derler verilecek sadakam varmış o vaziyette eve geldim. Evi hiç yalnız bırakmazdık gece üçüncü kata mutfak camından eve hırsız giriyor. Bütün palto ceket pantolonları mutfakta toplayıp ceplerine bakıyor. Özgürün yeni aldığı paltoyu ve benim cebimde ki paraları alıp kaçıyor biz hiç duymuyoruz iyi ki de duymadık polis zabıt tuttu. Sabah çocuklara sokağa bakmalarını söyledim kamyon altında Özgürün paltosunu buldular paltosunun cebinde Üniversite ders notları varmış hırsız para zannetmiş notları görünce paltoyu atmış. Birlik mahallesinde ev aldık ve taşındık orada çok huzursuz olduk. Evi öyle bırakıp Yedi kuleye kiraya taşındık daha doğrusu beladan kaçtık bir iki ay sonra o evi sattık.
*Birlik mahallesinde ki evi olduğu gibi bırakıp Yedi kuleye taşıdım. Doğulu kalabalık komşular ile bazı sorunlar vardı. Başımıza bela gelmesin diye adeta kaçtık.
*On beş gün sonra muhtardan kayıtları almak için Esenlere gelmiştim yolda abimi gördüm,*
Senin burada ne işin var sen burayı beğenmeyip buradan taşınmadın mı dedi? Lafını bilmez abimin yüzüne vurmadım taşınsam da bu lafı bana nasıl söylersin demedim diyemedim çünkü anlamaz. Bir ay kadar bir yerde daha çalıştım sonra başka yerde iş buldum. İş yerinde çok kesici var bana zor yer buldular. İki-üç gün olmuştu eski kesici geldi ona yer yok en son ben geldiğim için beni gönderdiler. Ben hiç yapmadığım şeyi yaptım o sinirle kesici aranıyor ilanını görüp hana girdim Ebru kundurada çalışmaya başladım. Kesicilik hayatım da en istikrarlı çalıştığım atölye Ebru oldu iyi uyum sağladım çok temiz zenne ayakkabı yapıyorduk uzun süre orada çalıştım. Gene boştayım Ali paşadan arkadaşım Sami’nin abisi Toto Naci’yi gördüm onun vasıtası ile iş buldum Raif ustanın yanında üç dört ay çalıştım.
*Naci’nin kardeşi Selçuk’la telefonda görüştük abisi Toto Naci 2017 yılında vefat etmiş.*
Sık iş değiştirmemin sebebi işlerin durması. Anlattıklarım dışında başka yerlerde çalışmış olabilirim. Yine iş arıyorum bulamıyorum. Böylece kunduracılıktan uzaklaşmaya başladım. Bir süredir çalışmıyorum. Boşta kalınca kitap yazıyorum. Sizden duydum adlı fıkra kitabı yazdım. Dört ayrı kitabımda asıllarına sadık kalarak yazmaya çalıştım.
1999 BÜYÜK DEPREM?
16-17 Ağustos akşam iş çıkışı eve geldim hava çok sıcak evin önünde ki okul bahçesinde gençler gecenin geç saatlerine kadar top oynadılar…
EKLEMEK İSTEDİKLERİM
YASİN ABİM
*19-10-2017 Perşembe günü Yasin abim hakkın rahmetine kavuştu.*
Yasin abim 1940 İstanbul doğumlu. Yasin abim saf temiz kimsenin etlisine sütlüsüne karışmaz kendi halinde bir insandır. Abimin kötü bir huyu var eski günleri ne kadar yoksul ve fakir olduğumuz o günleri hatırlamak istemez? Konu biraz açılsa (Çocuklar duymasın) diye konuyu kapatır ve o günleri o acı günleri yok sayar. Abim babam dondurma arabasıyla sokağa çıkar çıkmaz paralar gelmeye başlardı demesi beni çok üzüyor? Paralar geliyordu da ne yapıyorduk abi ancak zar zor geçiniyor iki küçük iç içe odada yedi kişi yaşıyor. Gündüzleri kullandığımız odaya annem sabahleyin bir köşeye yığdığı yatakları akşam olunca serip beş kardeş o küçük odada yatar yemekleri de o küçük odada yere kurulan sofrada yere oturarak yerdik. Babam-annemin yattıkları odadan beşkardeşi yattığı odaya geçilirdi. O küçük odaya zor sığardık. Suyu olmayan elektriği olmayan tuvaleti bahçede olan ev? Gecenin zifiri karanlığında bahçedeki tuvalete nasıl giderdik o çocuk yaşlarda? Evin su ihtiyacını mahalle çeşmesinden taşırdık?
*O zamanlar mahalle aralarında sokak çeşmeleri vardı. İnsanların büyük çoğunluğu su ihtiyacını bu çeşmelerden sağlardı. Çeşme başında uzun kuyruk olur su doldurmak için uzun süre sıra beklenirdi.*
Tam yirmi üç sene evin ihtiyacı olan suyu o çeşmeden taşıdık?
*Bizim aileden olanlar bilsinler. Etrafımızda kilerin çoğunun ana babası benimkine benzer hikayelerdir. Ne var ki çokları geçmiş acı ve yoksulluk günlerinden utanır. Yaşanmışları bir eksiklik ayıp gibi çocuklarından saklarlar. Geçmişinden utanç duyanlar aşağılık duygusuyla ezilenlerdir. Benim bu anılarımı okuyanlar içinde kendilerini de bulacaklar. Anlattığım yaşamımın etrafında o zamanlardaki toplumun anlatmaya çalışıyorum. Anlatmak istediğim; Biz nereden gelmiştik. Gelecek kuşakları için tarihe not düşüyorum.*
Babam Yasin abimi evin yakınlarda ki marangoz Sabri ustanın yanına çırak olarak vermişti. Anılarım da kalan Sabri usta zayıf uzun boylu iyi niyetli bir insandı. İlk karısı başka bir adamla kaçmıştı. Sabri usta daha sonraları başka bir hanımla evlenmişti. Abim Sabri ustanın yanında marangozluk mesleğini bayağı öğrenmişti. Babamda çok hevesli kişiliğe sahip olduğu için evin yan tarafına ilave olarak yaptığı odayı abime marangoz atölyesi yaptı ve çeşitli aletler aldı. Yasin abim evde elektrik olmadığı için makinede yapılacak işleri Sabri ustanın orada yapar devamını da kendi atölyesinde yapıyordu. Abim çeşitli sehpa, dolap, büfe gibi şeyler yapmaya başladı. Yaptıklarını nasıl satar kime satardı bunları hatırla mıyorum. Abim top oynamaya meraklıydı iyide top oynardı. Koşar terler kendine bakmaz ve sıkça hastalanırdı. Yasin abimin sesi güzeldi şarkılar söylerdi. Hatırladığım sıklıkla söylediği şarkı.
*İndim havuz başına. Bir kız çıktı karşıma. Sevda nedir bilmezdim. Oda geldi başıma.*
Abimin hastalığı sürekliydi beşkardeşin yattığı o küçük odada abimin devamlı yatması terlemesi öksürmesi hala gözlerimin önünde.
*O zamanlar Koca Mustafa Paşada Necati Bey adında meşhur bir Doktor vardı. Necati Bey aynı zamanda fakir babasıydı yani yoksulu gözetirdi öyle söylenirdi. Ben hiç gitmedim ama Doktor Necati Beyin adı bizim evde sıkça geçerdi.*
Doktor abime iştahı açılsın diye şarap önermiş annem şarabın içine bal katar abime öyle içirirdi. Annem abime özel olarak et yemekleri yapardı. Bizler ise hastalığı iyileşecek diye iyi gözle bakar kıskanmazdık. Ve kuvvetlenip biran önce sağlığına kavuşmasını isterdik. Şimdi ki çocuklara bakıyorum da kardeşlerinin yediği içtiğinde nasıl gözleri var birbirlerinin yiyeceklerine nasıl saldırıyorlar sen fazla yedin ben fazla yedim diye. Abim Bahriye yani Deniz askeri olarak İskenderun’a gitti. Deniz askerliği 36 ay yani 3 sene idi. İskenderun çok sıcak olduğu için eğitimde dudakları çatlamıştı. Dağıtımı İzmit Gölcük’e çıktı hafta sonları evci olarak eve geliyordu.
*Babam fakir kağıdı çıkarmıştı abim asker diye Devlet bize belli miktarda maaş veriyordu.*
Yasin abim Yeni mahallede ki kumaş fabrikasının marangoz atölyesinde çalıştı. Sonrada Sultan Ahmet Devlet matbaasında marangoz olarak çalışmaya başladı ve oradan emekli oldu. Yasin abimin annem ile arası çok iyi idi abim varını yoğunu anneme anlatır annem de onu dinlemeyi çok severdi. İş dönüşü eve gelen abim anlatmaya başlar. İşe giderken ne olmuş gün içinde ne yaşamış ise tek satır atlamadan anlatırdı. Ablama gelince bu konuyu uzun olarak anlatacağım şimdilik kısaca anlatayım. Babam ablamı acele olarak evlendirdi. Ablamın kocasının kız kardeşin ile de abim nişanladı hatta nikâh bile oldu. Tam düğün olacaktı ki ablam kocasından ayrıldı, abimde ayrılmak zorunda kaldı? Bu durum abimi çok sarstı uzun zaman geçti sarsıntıdan kurtulamadı? Yasin abim sonraları görücü usulü ile yengem Feride ile evlendi. Yengem Avcıların Hoş dere köyünde yaşıyordu. (Şimdilerde Bahçe şehir civarları) Düğün konvoyu ile Hoş dereye gidip gelini aldık.
*Düğünde bende kalan anı: Babamla beraber Ali paşadan Aksaray’a düğün salona doğru yola çıktık? Babam Ali paşada her zaman alış veriş ettiğimiz bakkal Abbas’a uğradı. Babam paramız yetmez salonda mahcup oluruz diye bir miktar borç para istemiş onca yıl alış veriş ettiğimiz bakkalın borç para vermeyişi babamı çok üzdü.*
Babam Ali paşadaki gecekondunun bahçesine yaptığı odayı abime vermişti. Ben o sıralar askere gittim?
*Esenlere taşındığımızda elektriğimiz yoktu suyu komşumuz Muzaffer abinin kuyusundan içerdik. Esenlerde (Kolera) salgını olması Terkos suyunun gelmesine vesile olmuştur.*
Esenlerdeki eve taşındıktan sonraları abimin kızı Firuze’nin doğuşu ailemizi çok mutlu etmişti. Uzun senelerdir evimizde çocuk sesine hasret kalmıştık, sonraları oğlu Tahsin’in doğuşunda çok sevinmiştik.
MÜGE ABLAM
Müge ablam 1945 İstanbul doğumlu. Canım ablam evin tek kızı anneme yardım eder çalışkan bir yapısı vardı. Annem babamın işlerine yardım ederken ablam bizlere bakardı. Naci ve Aydının üzerinde çok emeği vardır. Müge ablam ön dört-on beş yaşlarında, komşu kızların yardımı ile Beyazıt civarın ilaç kutusu yapan atölyede çalışmaya başladı aile bütçesine katkı sağlıyordu. Babam ablamın çalıştığı iş yerinin tertiplediği gezisine yalnız göndermeyince ablam beni de götürmüştü. Sarıyer bentlere gittik yenildi içildi yeni yerler görmüş güzel bir gün geçirmiştik.
KARDEŞİM NACİ
*Naci’yi 22-6-2020 Pazartesi gününü kaybettik.*
Allah Rahmet Etsin Canım Kardeşim? Naci, 1951 İstanbul doğumlu. Onu ben devamlı bana destek yardımcı olarak gördüm. Aslında benim ona destek olmam lazım. Naci ailede en gözü pek atak bir yapısı vardı. İnsanlar ile kolay iletişim kurar arkadaş çevresi hayli genişti. Naci, sayacılık yaparken müzisyen arkadaşları vardı.
*Ayakkabını deri olan üstü kısmına saya denir.*
Naci saz çalmayı öğrendi ona ilk sazı ben almıştım. Pazar sabahları Esenlerde ki odamızda müzik yapardık. O çalar ben söylerdim ne güzel günlerdi o günler.
KARDEŞİM AYDIN
Aydın 1954 İstanbul doğumlu. Aydın evin en küçüğü hepimiz onu çok severdik. Aydın ilkokulu bitirince abim onu matbaaya aldı orada çalıştı ve oradan emekli oldu. Aydın evlenmeden önce babam rahmetli olmuştu.
VEFKİ AMCAM
Dedem Hafız İsmail’in Ruşen adında bir kardeşi varmış? Ruşen Bulgar kızını kaçırarak evlenmiş? Bir gün Vefki amcam ormanlık alanda odun toplarken Ruşen’in Bulgar olan karısının ağabeyleri yakalamış Manastırın Obenik köyünün yanından geçen dereye doğru götürüyorlar? Vefki amcam olanları görmüş Bulgarlar Vefki amcamın Ruşen’in akrabası olduğunu anlamış? Onu da dereye doğru götürüyor bir yere geldiklerin de Bulgarlar dönüyor bıçak çıkartıyor? Ruşen Vefki amcaya Arnavutça kaç demiş oda kaçıyor. Bulgarlar arkasından koşalar da yakalayamıyor. Kaçarken birisi Vefki amcayı bıçaklamış ve Ruşen’i Bulgarlar orada öldürüyor? Vefki amca Ruşen’in evine gidiyor ve yengesine olanları anlatıyor? Yengesi oğlum kaç buradan benim ağabeylerim gelince senide yaşatmazlar? Vefki amcam o sıralar 17-18 yaşların da eşekle kaçar bir Hana yerleşir? Bir süre kaldıktan sonra kendi evine gidiyor ve evleniyor oradan askere gidiyor askere giderken karısını boşandığı söylerlermiş.
“Bu bölümü Arif abinin oğlu Savaş bana iletti sağ olsun.”
Vefki amcam Türkiye’ye göç edince İstanbul’un Silivri kapı semtine yerleşmiş. Vefki amcamın bahçıvanlık yaptığını bir kaç defa bostana gittiğimi hatırlıyorum? Vefki amca Çanakkale savaşına katılmış bir gözünü kaybettiğini duymuştum? Kendisine gazi maaşı bağlanmamış belkide hakkını arayamamıştı? Zehra yengemi otoriter bir kadın olarak hatırlarım, zaman zaman onlara misafir olarak giderdik evleri çok temiz maddi olarak da bizden iyi durumda idiler fakat kirada oturuyorlardı? Vefki amcamın oğlu Ziya abi kunduracılık yapardı. Babam bana iş bulmak amacıyla Ziya abinin çalıştığı Beyazıttaki Han’a götürmüştü? Ziya abi sonraları muhasebeci olarak E. C. A. Fabrikasına işe girdi ve oradan emekli oldu. Ziya abinin üç oğlu var Engin, Ercan, Ender? Vefki amcamın Türkan adında birde kızı vardı onun çocuğu olmadı? Vefki amcamın diğer bir kızı Manastır’da kalmış ayrıldığı kadından olma Ziya abinin ablası? 1982 senelerinde Türkiye’ye gelmiş o zamana kadar görmediği kardeşi Ziya abi ile görüştü? Türkçe bilmiyordu rahmetli annem onlara tercümanlık yapmıştı.
*12-10-2017 günü Ziya abiyi kaybettik.*
KEMAL AMCAM
Kemal amcam Osmanlı bozulunca Manastır’dan İstanbul’a geliyor? Yanında yengem Şefika, babası Yakup, kardeşleri Recep, Şuayip, Kasım? İstanbul’da Ege’de iskan hakkı verildiğini duyunca İzmir’e gidiyorlar? Recep evli olduğundan İzmir’de eşinin akrabalarının yanında kalıyor? Şuayip İstanbul Küçük köyde kalıyor? Kemal amcama Aydının Nazilli ilçesinde iskan hakkı verilmiş oraya yerleşmişler? Taş kuyulu taş bir bina varmış verilen çiftlikte sonra tanıdık eş dost olmadığı? Türkçeyi çat pat konuştuklarından tüm malı mülkü bırakıp Menemene tanıdıkların yanına geliyor? Menemen’ de at arabası ile nakliye ve kırma taş çekiyor? Kemal amcamın karısının kardeşi Kasım orada Roman vatandaş ile tartışıyor dayanamıyor kürekle öldürüyor ve memlekete kaçıyor bir daha geri gelmiyor? Kemal amcayı içeri atıyorlar. Kemal amcam çok dayak yediğini anlatırmış oğlu Arif abiye? Kemal amcayı Arnavut subay hapisten çıkartıyor git buradan diyor? Kemal amcamda Torbalı’ya geliyor. Torbalı da Çoban, Çapacı, Çiftçi, Manav, Börekçi ve Kahvecilik yapmış. Torbalı Tren istasyonu kahvesini işletiyormuş.
*Kemal amcamın yukarıdaki bölümünü Arif abinin oğlu Savaş bana iletti sağ olsun.*
Kemal amca Şefika yengem ve oğulları Aziz abi Arif abi İzmir Torbalı’da yaşıyorlardı. Kemal amcam, Aziz abi, Yengem vefat etti Allah gani gani rahmet etsin? Kemal amcam çok önceleri İstanbul’a bizleri görmeye gelmiş ve sepetle meyve getirmişti getirdiği üzümlerin tadını hala hatırlarım? Bir defa Aziz abi Arif abi bir arkadaşı ile bize gelmişlerdi yanında ki kişiyi akraba diye tanıttılar gerçek anlaşılınca babam çok kızmıştı.
*O zamanlar yabancı birinin evde kalması hoş karşılanmazdı.*
Arif abinin izini İzmir Gazi Emir’de askerlik yaparken buldum ileride anlatacağım? Arif abi Torbalı’ya yakın köyde Güler adında dünya iyisi bir hanımla evlendi. Kızı Emel oğulları Kemal ve Savaş oldu? Eşim ile evlendikten sonra İzmir Fuarına gittiğimizde Torbalı’ya gittik. Güler yenge Kemal ile Emel’e kaşıkla kavun yediriyor. Biz o zamana kadar kaşıkla kavun yemezdik. Şimdiler de kavunu kaşıkla yiyin ce o güzel günleri hatırlıyorum. Eşim ve Güler yenge iyi dost olmuşlardı. Güler yenge bizi kendi köyüne götürdü. İstanbul’a dönünce ara sıra mektuplaşıyorduk? Sonraları Arif abi ve ailesi İstanbul’a geldiler en yakın bizi gördükleri için bir hafta kadar bizde kaldılar? Güler yenge kocası Arif abiden şikayetçi idi? Aradan zaman geçtikten sonra acı haberi duyduk çok ama çok üzüldük o iyi insanı Güler yengeyi kaybettik? Savaş doğduktan sonra Güler yenge hamile kalmış çocuktan kurtulmak istemiş bunu kendi imkanı ile yapınca ölümü ne neden olmuş? Belkide ben yanılıyorum ama Arif abinin ilgisizliği bu durum neden olmuştur? Velhasıl iyi kalpli güzel inşanı Güler yengeyi kaybettik Allah gani gani rahmet etsin? O sıralar bizim çocuğumuz olmuyordu. Kemal’i evlat edinmeyi düşündük ama teşebbüs etmedik.
*26-09-2022 günü Arif abiyi kaybettik. Allah Rahmet Etsin.*
SABRİ AMCAM
Sabri amcam Manastır’da kalmıştı onun çocuğu yoktu? Sabri amca karısı Tefide ile birlikte Türkiye’ye bizi ziyarete gelmiş kendi yaptıkları rakı getirmişti?Bizim evde içen olmayınca rakıları Beyazıttaki kalfam Mustafa’ya götürmüştüm? Yıllar sonra Babam ile Annem ile beraber Sabri amcayı doğduğu toprakları görmek için Turist olarak Yugoslavyaya gittiler? Biz Sabri amcamın malı mülkü olduğunu sanıyorduk? Tefide yenge öldükten sonra Sabri amcamın beraber yaşadığı gâvur karısı malını mülkünü elinden almış amcamız da kapı dışarı etmiş? Beyazıt’ta çalışırken Manastır ’dan gelmiş birine sordum böyle birini tanıyor musun? Epeyi düşündü öyle biri var ama aklını yetirmiş çocuklar peşinden alay ediyor her halde o olmalı dedi? Sonraları Sabri amcamın vefat ettiğini duyduk Allah rahmet etsin.
HABİŞ HALA
Silivrikapıda oturan babamın öz kız kardeşi olmasa da yakın akraba olduğu için Hala dediğimiz Habiş Hala vardı? Kocası Dilaver enişte deri fabrikasında çalışırdı onların hali vakti iyi idi? Dilaver enişte Habiş Hala da Rahmetli oldular Allah mekânları cennet etsin? Habiş Halanın Şakir, İhsan, Saim ve Münevver adında dört çocuğu var. Şakir abi tornacılık yapardı akraba diye bize önem verir her fırsatta bizi arar. Hekim oğlu Ali paşadaki ayakkabı dükkana gelirdi. Çok sağlıklı idi hanımını tedaviye götürürken İzmir Torbalı’da geçirdiği trafik kazasın da Şakir abiyi kaybettik Allah Rahmet etsin? İhsan abi terzilik yapıyordu, Samatyada dükkanı vardı. Saygın bir terzi idi benim damatlık elbiseminde İhsan abi dikmişti. Artık çalışmıyor emekli günlerini yaşıyor.
*İhsan abiyi 2017 yılında kaybetmişiz. Beni hiç haberim olmadı.*
Saim abi kunduracıydı Koca Mustafa Paşa Sümbül Efendi Camisinin hemen önünde dükkanı vardı.
*Oralar istimlak oldu Koca Mustafa Paşa Meydanı genişledi.*
Saim abinin ayağı sakattı ve zor bir hayatı vardı? Bizim Beyazıttaki dükkana gelir. Kendi dükkanında satmak için bizden ayakkabı alırdı? Bir gün acı haber Saim abi dükkanında bileğini keserek intihar etmiş? Allah taksiratını afetsin? Münevver ablanın çocuğu olmadı kocası vefat etti yalnız yaşıyor.
*O zamanlar deri fabrikaları Kazlı çeşmede idi. Pis berbat yerdi. Sokaklardan pislikler akardı. Şimdiler de tuzlaya taşındı.*
KIYMET TEYZEM
Kıymet Teyzemin başına Manastırda benim bilmediğim üzücü zor şeyler gelmiş bu yüzden aşırı derece de sigara içerdi.
*Sigara demişken anlatayım: Kıymet Teyzem bize geldiğinde aşırı sigara içer ve birini bitirip diğerini yakardı. Ayrıca Sarımsak yermiş çok pis kokardı. Arnavutça Sigara Sarımsak kokusu o zamanlar Kıymet Teyzemden nefret eder bize gelmesini istemezdim.*
Çocukluk işte büyüyünce Teyzemin kıymetini anlamaya başladım. Kıymet Teyzem iyi insandı öyle iyi insanlar dünyada kalmadı. Teyzem vefat ettiğinde yüz yaşını aşmıştı.
KIYMET TEYZEMİN KIZI SAADET
Kıymet teyzenin büyük kızı Saadet-Emin enişte ile evliydi. Kızları ve İsa-Celal adında erkek çocukları vardı?
KIYMET TEYZEMİN KIZI SADBER
Seyid’in, Sedat ve Suat adında üç oğlu var. Hekim oğlu Ali paşadaki bizim dükkana bir sabah Saduş abi ile Seyid’in geldi. Seyidinin karısı banyoda zehirlenmiş Cerrahpaşa Hastanesinin morguna kaldırmışlar. Seyidin sonraları tekrar evlendi. Seyidin ile Sedat Vosvogen Kaplumbağa diye tabir edilen araba tamir dükkanı vardı. Sedat abisinden ayrılıp başka yerlerde çalıştı. Şu sıralar kardeşi Suat’la matbaacılık yapıyor.
KIYMET TEYZEMİN KIZI ADVİYE
Arif, Zarif ve Besim adında üç çocuğu var.
KIYMET TEYZEMİN BÜYÜK OĞLU İBİŞ
İbiş abi belediye parklarında çalışırdı, rahmetli oldu. İbiş abinin ölen karısından Recai, Cevdet ve sonradan evlendiği karısından Mithat adında üç oğlu var. Recai, Naci’nin yanında çalışır ve Naci’ye usta diye hitap ederdi. Sonraları şoförlük yapmaya başladı. Üvey annesinin 12 Eylül askeri darbesini yapan komutanların birisinin yanında yanaşma veya hizmetçi lik yapmış olan üvey annesi kanalı ile Recai Askeri Mit’e şoför olarak işe girdi taksi plakalı araba aldı ekonomik durumu çok iyi idi? Göze mi geldi ne olduysa hastalandı ve çok genç yaşta Recai’yi kaybettik.
KIYMET TEYZEMİN KÜÇÜK OĞLU SADUŞ
Saduş abinin Faik adında oğlu Yıldız, Yasemin adında kızları var. Saduş abinin Taşlıtarlada Pastanesi vardı. İşleri iyi idi Saduş abi her kesin yardımına koşardı. Ölüm veya benzeri bir şey olsa herkese haber verir aileyi bir arada tutmaya çalışırdı. Dükkan sahibi Saduş abiyi çıkarınca işleri bozulan Saduş abi hastalandı 20-11-2015 günü Taşlı tarlaya gittim konuşma lar sırasında Saduş abinin bir kuyumcuya fazla miktar da altın kaptırdığını öğrendim. Bu olayda onu çok yıpratmış. Babam Esenlerdeki tek katlı evimizi büyütüp ikinci katı yaparken Saduş abiden bir miktar borç para almıştı. Saduş abi ölünce herkes çok üzüldü.
MAKBULE TEYZEM
Biz ona kısaca Bule Teyze derdik. Kocasını hatırlamıyorum. Bule teyzemin Muharrem, Sait, İbrahim, Hilmi, Nafi, Nuriye adlı kızı ve geçenlerde ölen Sinan adında çocukları var. Bule Teyze öldüğünde yüz yaşını geçmişti. Bule Teyzem çok iyi insandı. Muharrem abi annesini şaka yapıp nasıl güldürürdü. Muharrem abi annesini çok hayır duasını aldı. Bule Teyzemi en son görüşüm bayram ziyaretine gitmiştim. Teyzem namaz kılıyordu onu rahmetli annem zannettim gözyaşlarımı tutamadım.
NAZİRE TEYZEM
Nazire Teyzem Aluş enişte ile evliydi. Nazire Teyzemin çocuğu olmamıştı. Necmiye adındaki kızı evlatlık almışlardı. Necmiye ablanın iki oğlu birde kızı var. Aluş enişte öldüğü zaman yaz günüydü ölüsünü sıcakta şişmiş bu durumu gören Celal Aluş enişte ne vücutlu imiş demişti. Nazire Teyzede öldü. Necmiye ablanın kocası geçenler de öldü. Necmiye ablayı 11-3-2017 de kaybettik.
BEDRİYE TEYZEM
Onu hiç görmedim, çok önceleri ölmüştü? İsmet veya Ümmet adında bir oğlu ve iki de kızı var. Arnavutçada (Ü) harfi bulunmadığı için Ümmet’i Türkçe okunuşu İsmet.
HANİFE TEYZEM
Hanife teyzemin kocası çok kumar oynadığını duyuyordum. Hatırlamıyorum üç veya dört tane kızı ve iki oğlu var. Mülayim ve Mülazım adında ki çocuklar babalarına çekmiş kumar oynadıklarını yaramazlıklar yaptıklarını duyuyorum. Hanife teyze de öldü o kardeşlerin sonuncusu idi.
RAŞİT DAYIM
Raşit Dayım çok sessiz bir kişiliği vardı. Yenge ise aksine aşırı konuşkan bir yapıya sahipti ama çok iyi bir insandı. Nazif, Sadif, Hüsam, Üzeyir, Hüseyin adın da oğulları ve Bakiye, Sebahat adlı kızları var. Raşit Dayım yengede hakkın rahmetine kavuştular. Nazif abiyi 5-2-2015 günü kaybettik Allah Rahmet eylesin.
SAMİT DAYIM
Samit Dayım abisi gibi sakin ama konuştuğu zaman sesi biraz daha gürdü yengem de çok iyi bir insandı. Mükrime Sevliye Meliha ve Cevat ve Cavit iki de oğlu var. Meliha ablayı çok genç yaşta kaybettik.
ADINI BİLMİYORUM
Bu sonbahar gelip geçenin kim olduğunu bilmiyorum.
Sen kim olduğunu biliyor musun?
Nereden geldiğini biliyor musun?
Sen gerçekten kendin misin?
Başkası sense eğer?
Eskiden olduğun bir başkasının anısı mısın?
Burada olduğuna emin misin?
Ya burada değilsen?
Senin sesinle konuşan bu yabancı kim?
(Claude Roy)
HİÇ BİR ŞEY BİLMİYORUM
Onun hakkında hiç bir şey bilmiyorum.
Benimle aynı sokakta mı oturuyor.
Denize doğru gidenler den birinde mi?
Ya da benim mahallemden uzakta mı?
Şehrin öteki ucunda mı?
Ya da hiç bir yerde mi?
Hiç bir şey bilmiyorum?
Yalnızca onunla uzun zamandır karşılaştığımı biliyorum.
O da sonun da bunun farkına vardı.
Bana doğru hafifçe gülümsedi.
Bir başka sefer bana doğru bir baş hareketi yaptı.
Daha sonra bir “Günaydın” nasıl gidiyor?
Sonunda gün geldi tanıdık bir yabancıya söylenen türden bir kaç sözcük sarf ettik bir birimize: Tamam artık sonbaharda geldi sayılır.
Şu sıradan sözcükleri birlikte söyledik.
İşte sonbahar tek bir sesmiş gibi bu da bizi güldürdü.
Sonra da aramız da bir sessizlik oldu.
Tuhaf bir biçimde bu adamın benden bir şey beklediğini düşündüm.
Onu sorguya çekmemi değil ama onunla konuşmamı.
Peki ben ondan bir şey bekliyor muyum?
Kimdir o?
Nereden gelmektedir?
Biraz kazık gibi olsa da ikimiz de hızlı yürüyoruz.
Bazen kendi kendime bu adam ölüme doğru yürüyor diyorum.
Üstelik biliyor da bunu yakında öleceğini biliyor.
Çok yaşlı değil -Belki atmış beş belki daha az onun yaşını ön görmek olanaksız- güçlü kuvvetli görünüyor.
Ama adımlarının onu ölüme götürdüğünü biliyor.
Yakında öleceğini biliyor.
Bazen daha da saçma bir biçim de onun zaten ölmüş olduğunu bizim aramızda dolaşmak için zaman (zaman) geldiğini düşündüğüm oluyor: Bir çeşit hortlak fırsat bulunca sokaklar da benim sokağım da ortaya çıkıyor gizlice.
Derdi unutulmadığından emin olmak değil tanınıp tanınmadığını belki de benim onu tanıyıp tanımadığımı görmek.
Biraz önce onu sokağın öteki ucunda görür gibi oldum.
Sokağı geçtim ona yaklaşmak ona kavuşmak onun yanında kalmak istedim: Düşünmeden hızla yapılan bir hareket.
Ve gülümseme ki bu.
Gidenlerin artık gitmiş olanların gülümsemesi bana yönelmesini hayal ettiğim bir gülümseme.
Orada duruyor yağmurdan ıslanmış kaldırımın üstünde.
Onu neden izlemedim?
Birden bütün kent onun gibi bir hayalet haline dönüştü.
Kendimi evimde hissetmiyorum odadan odaya geziniyorum.
Daha iyi: başka imgelerin dayanıksız olanların beni meşgul edeni kovmalarını istemiyorum.
Çünkü huzursuzluğum sürüyor.
Acaba adamı yok olurken gördüğüm o sonbahar gününün bitiminde mi yazma isteğim uyandı bende?
Bu istek beni terk edeli epey zaman olmuştu.
Ve ya ıstırapla içimde yaşamayı sürdürüyordu.
Ve sonra kendimi tuttum ve onu kibarca selamlamakla yetindim.
Bir gölgeyle karşılaşmaktan mı korkuyorum?
Tuhaf bir gülümsemeyle insanlar arasından yok oluyor: Ve sanki onun ki hiç bir şeye sahip olmadığına yemin edebilirim.
İlk karşısına çıkanla onu terk etmeden önce dost olmak istermiş gibi öylesine çekingen.
Masamın üzerinde tüm sayfaları bembeyaz olan bir büyük defter duruyor.
Onu açıyorum.
Şu sözcükleri yazıyorum: Adını bilmiyorum.
Bu kadar.
Yalnızca bu sözcükleri yazabiliyorum.
Hemen hiç tanımadığım benim için hiç bir şey olmayan bu adama yetişmek için aniden sokağın öteki ucu tarafından çekildiğim anda beni ele geçiren dürtünün bir benzerinin egemenliği altındayım.
Bu çılgın kırılgan ama yoğun kanıya hemen hiç tanımadığım bu yabancıyı oldum olası tanıdığım kanısına nasıl oldu da kapıldım?
Aynı dürtü sonra aynı durma hali.
Öteki tarafa doğru bir adım attım sonra durdum.
Adını bilmiyorum diye yazıyorum ve duraklıyorum.
Ertesi gün onu hiç düşünmüyorum.
Çalışma yaşamı yeniden başlıyor ve gündem yerini alıyor.
Sakladığı sürprizlere karşın sunduğu bildik şeylerle.
Ancak zaman zaman sık değil ve önceden belirlenemez bir çıkıyor görüntüyle birlikte aynı sorgulama: Kim bu adam?
Benim için kim bu adam?
Bu gölge ne?
Günler geçiyor özellikle geceler beni anlamını kavrayamadığım bir sürekli görüntü akışına sürüklüyor.
Bazen uyandığımda bu akıştan kurtulmak istercesine kendi kendime bir buyruk yönlendiriyorum: Bu hikayeyi mutlaka yazmalıyım.
Hangi hikaye?
Kimin hikayesi?
Bilmiyorum.
Yalnızca ısrarı beni usandırırken aynı zamanda yoğunluğunun azalmasından da korktuğum bu görüntünün yerine geçen bir hikayenin gelmesini istiyorum.
Görüntüyü açıklayacak bir hikaye belki de beni onun değişmezliğin den kurtaracak.
Aylar oldu onunla sokakta karşılaşmıyorum ona rastlamıyorum.
Tasarı biçimlenmekte buyruk netleşmekte gecikiyor.
İsmail’in hikayesini yazacağım.
Bir adamın hikayesi onun bir adı olacak.
O da gözden kaybolmadan önce.
O da hortlağa dönüşmeden önce gerçekten tanımış olacağım biri.
Ona uydurmalıyım onu düşlemeliyim.
Topladığım kırıntılardan yola çıkmalıyım ondan bana kalanlar ne?
Çok az şey.
Evet, işte bu onun kalıntılarından yeniden oluşturmak.
Ondan kendimden bütün herkesten her zaman yalnızca kalıntılar var elimde.
Bir yaşam anlatmayacağım.
Bir yaşamın kendimin ki ya da bir başkasının kinin ne olduğu hakkında hiç bir fikrim yok.
Bunlar yalnızca parçalar.
Yaşam yalnızca bu olabilir.
Orada ve burada boşluklar var.
Eksiklikler kopmalar ve benimle onun arasında geçitler.
Bir roman yazmak istemiyorum.
İsmail Özomay adını verdiğim kişiye doğru ilerlemek istiyorum.
Nereye gideceğimi bilmeden onun izini sürerken nereleri bulacağımı ve neleri yitireceğimi bilmeden.
Günün başlangıcıyla sonu birbirine karıştığında aynam da gördüğüm İsmail Özomay.
Doğuracağım bir gölge ye sınırlar çizmek istiyorum.
Ben İsmail Özomay’a ne zaman rastladım?
On yıl önce on beş yıl önce?
Hiçbir fikrim yok?
Bir süredir zamanla ilgili tarihlerle ilgili ayrıntılar benim için o denli belirsizleşti netliğini yitirdi ki önce şu soru aklıma geliyor: “Sahi ne zamandı.”
Sahi ne zamandı ile birlikte zamanın düzenin de bir karmaşıklık ortaya çıkıyor.
Bu belirsizlik hoşuma gidiyor zamanların bir biri içine geçmesini seviyorum.
Tıpkı düşlerimizde olduğu gibi yitirmiş sandığımız bu günkünden çok daha canlı olarak ortaya çıkıyor.
Sanki bir olay her zaman bir diğerinin yankısı ve bir kişi birçoklarından oluşuyor gibi.
Acaba en güncel olanı başka bir biçimde başka bir yaşamda hem ötekinin hem benim ki olarak.
İlk kez gördüğümü bir şeyi daha önce görmüş olduğumu sanarak mı yaşıyorum?
Anımsıyor mu?
Anımsıyorlar mı?
Bundan ötesi şüpheli?
Belki başka şeyler de?
Bellek acı gibi düş gibi paylaşılmaz.
Bende sakladığım bu ülkelerden bu evlerden her birinden onca söz onca kavga ne kaldı ki?
İşte yaşam bu dedim kendi kendime.
En azından benim ki, böyle.
Sevdiğimiz varlıklar gidiyorlar.
Bizden uzaklaşıyorlar.
Ben onlardan uzaklaşıyorum.
Onları gözden yitiriyoruz.
Mutlu olduğumuz yerlerde şimdi başkaları yerleşmişler.
Belleğimiz olarak adlandırdığımız hayaletlerle dolu ama dolu.
Bizim için önemli olan hiçbir şeyin hiç bir insanın kaybolmadığının kanıtı.
Eğer zaman geçmeseydi?
Hepsinin aşmakta oldukları güçlükler arasında?
Yaşamın başlangıcı ile sonu arasın da?
Haftalar geçiyor onu göremiyordum.
Ona sokakta da rastlamıyordum.
Belki de alışkanlıklarını değiştirmişti.
Aylar geçiyordu.
Belki adresini değiştirmişti.
Randevum var benim onunla o beni bekliyor diyemiyordum.
Arkadaşı mı aradım.
Acaba o bir şeyler biliyor muydu?
Gerçekten bir süredir ben de onu görmedim.
Neden hasta mısın?
Sana başkasını önerebilirim.
Hayır, hasta değilim.
İsmail’i özlediğimi neden söyleyemiyordum.
Bunun nedenini zaten ben de bilmiyordum.
Arkadaşım “Belki emekli” olmuştur.
Artık veya anımsa sana onun zayıfladığını söylemiştin.
Kötü durumdaydı ya hasta olan oysa?
Sertçe yanıltıyordum “Bu olanaksız” Onu uzak bir ülkelerde hayal ediyordum.
Onu ölü olarak düşünemiyordum.
Biliyordum ki İsmail Özomay yalnızca yok oldu.
Bunu bir tek ben biliyordum.
Bir adam kayboluyor.
O yok o orada.
İsmail Özomay hakkında söyleyeceklerimi bitirdim.
Ama son sözü söylemeyi yazmayı başlangıçsız olana o şekilde kalması gerekene bir son belirlemeyi reddediyorum.
Son başlangıç bunları zaman bilmez.
Benim kabullenmediğim kabullenmek istemediğimde bunlar.
Bu sayfaları birbiriyle kesişen düşüncelerle kim yazdırdı bana?
Bir baba? Bir anne?
Hangi ölü hangi kayıp?
Ve ya ortaya çıkan hangi oğul?
O kadar çok yüz beden o kadar çok gölge o kadar çok hayaller.
Defteri kapattım ışığı söndürdüm.
Adını bilmiyorum cümlesini yazdığımdan beri?
O akşamüstünden beri terk etmediğim çalışma odama çıktım.
Kuvvetli bir nefes almak gereksinimi bir zamanlar.
İsmail adında birinin bana önerdiği hava değişikliği.
Sokağa çıkmıştım ki yoldan geçen olarak adlandırdığım kişinin caddeden bana doğru geldiğini gördüm.
Onu sık sık görüyorduk bizler bu mahallenin sakinleri.
O denli hızlı yürüyordu ki ondan daha acelesi olan biri düşünülemezdi.
Kaderin bağlı olduğu çok önemli bir randevu için acele ediyordu hiç şüphesiz.
Önce uzaktan yaklaştığı görülüyordu.
Ama dikkati asıl çeken adımlarının süratti değildir.
Bir keresinde sanki şunu duydum: Dünyayı anlayamıyorum.
Sonra kısık bir sesle mahvoldum.
Bir an yürümeyi bıraktı geri döndü.
Bana bir şey söylemesini bekledim belki bana sıkıntısını anlatacaktı.
Ve ya onu bir kaç metre izlediğim için küfredecekti.
Ama bana tek bir sözcük etmedi gözleri beni görmüyordu.
Dünyayı anlayamıyorum.
Dört yol ağzında kayboldu.
Adamın birinin şunları söylediğini duymuştum:
Ben yokum dünya yok?
Ruhum bedenimi terk etti?
Bilmiyorum ölü müyüm canlı mı?
Hiçbir şey anlamıyorum.
Yok, oldum ve dünya yok oldu.
Düşünemiyorum kalbim yok.
Yerine çarpan bir şey var.
Ne ölü var ne canlı sonsuzluk var.
Yanıma gelip oturan biriyle bir iki sözcük paylaştım.
Zaman üzerine ve geçmeyen zaman üzerine?
Tamam, ilkbahar geldi işte.
Yoldan geçen olarak adlandırdığım adam bize katıldı.
Çok susadığını ve bir şeylerde yiyebileceğini söylüyordu.
Şüphesiz sohbetimizi biraz sıkıcı buluyordu ama orada bizimleydi.
Yoldan geçen gülerek elini omzuma koydu ve alçak bir sesle adını söyledi.
Bana kimseye söylemememi tembihleyerek.
Bir adamın yok oluşu değil var oluşu üzerine bir hikaye bu?
Evet, bir adam nasıl var olur?
Yitirdikleri ve bulduklarıyla nefretleri ve sevgileriyle pişmanlıklar.
“İyi ki yaptım” dedikleriyle delilikleri ve aklıbaşındalıklarım hüzünleri ve mutluluklarıyla bütün bunlarla nasıl var olur bir adam?
Psikanaliz bir var oluşun yolunu açar mı bireye?
Sigmund Freud dış gerçeklikten farklı bir ruhsal gerçeklik tanımını yaparken varoluşla ilgili belki de tek anlamlı sorunun yalnızca ruhsal gerçeklikten yola çıkılarak sorulabileceğini gösterdi bize?
Bunu bireysel hikayeleri anlatarak yapmak olası ve ya anlatılanı dinleyerek ya da yaratıcılığın kışkırtıcılığına sığınarak örneği hikaye yazarak?
Bir adam yok oluyor da hangi İsmail Özomay yok oluyor?
Ve ya hangi İsmail Özomay’ın varoluşu söz konusu?
Sahi, analiz denilen o tuhaf süreç kaç kişiliktir?
Analizim ve analizan kimleri hangi benlikleri hangi varoluş ve yok oluşları taşırlar seansa?
Analizan kimin hikayesini anlatır?
Analist kimin hikayesini dinler?
Anıların her anımsanışında bambaşka bir hikayeleri çıkmıyor mu ortaya?
Her anlatış farklı çağrışımlar uyandırmıyor mu ötekinde?
Anılarım tek gerçekliğinse şu soruyu sormak isterim?
Çocukken sakladıklarımı yıllar sonra yeniden bulduğumda saklayanla bulan aynı ben miyim?
Kaç tane ben oldum yaşamımda?
Kaçı kaldı geriye?
Gidenler nereye gittiler?
Yoksa hiç biri olmadı mı?
Yalnızlık bir tarihtir diyor şair.
Galiba tersi de doğru tarih de bir yalnızlık.
Bireysel tarihimin yalnızlığında benden bize ne zaman geçtim?
Dil öğrendiğimde mi?
Peki, bizden bene ne zaman geçeceğim?
Yok, olmadan önce var olmak şansını yakalayabilecek miyim?
Hangi İsmail Özomay’ı hangi ben olarak çevirdim?
Analist, analizan, çevirmen?
Çevirmen de tıpkı analistin yaptığı gibi.
Anlatıcının aktardıklarını öteki dile çevirmeye çalışmıyor mu?
Çeviride analiz gibi çok karmaşık bir süreç değil mi?
Kim kime çevirmen oluyor?
Neler yitip gidiyor bu çeviride?
Neler hiç hesapta yokken katılıyor anlatıya?
Hayat karmaşık bir süreç?
Birlikte çıkılan yolların sonunda bambaşka yerlere varmanın şaşkınlığını ya da birbirine çok uzak gözüken yolların birdenbire kesişmesinin yarattığı tedirginliği yaşamadan bir analitik süreç var olabilir mi?
Ya bir çeviri serüveni?
Düşünme “Akıl yürütme” süreci var olabilir mi?
Hangi yazarı hangi çevirmen çevirdi?
Hangi anlatıyı hangi “Analist” yorumladı?
Gerçek olan hangisidir? Nedir gerçeklik?
Sahi ben kaç kişiyim?
Bir Adam Yok Oluyor.
J. B. Pontalıs. Türkçesi: Talat Parman.
Paylaşılarak esinlenerek feyz alınarak yazılmıştır.